Deniz Çağlar Fırat yazdı...

Kimse üzerine alınmasın. Çünkü bu yazı tek tek kişi ya da kurum hedef almak için değil, Eskişehir’de sendikacılığın içine sürüklendiği derin sessizliği konuşmak için yazılıyor.
Ama suskunluk bu kadar yaygınsa, artık kimsenin “üzerine alınmaması” da mümkün değil.

Eskişehir’de sendikalar var. Sayıları az değil, üye sayıları hiç az değil. Hatta bu kentin neredeyse her hanesine dokunan büyük bir nicel güçten söz ediyoruz. Buna rağmen, kent hayatına dair en temel meselelerde sendikaların sesi yok.

Ne cılız bir açıklama, ne sembolik bir duruş, ne de “biz bu kentin bir parçasıyız” deme iradesi…

Sendikacılık, bu kentte uzun süredir dar bir alana sıkışmış durumda. Sarıdan koyuya uzanmış şekilde ücret talebi dışında görünmeyen kurumlar var karşımızda…

Oysa sendikalar yalnızca maaş pazarlığı yapan yapılar değildir. Olmamalıdır. Kentin ekonomik, sosyal, çevresel, kamusal sorunlarıyla ilgilenmeyen bir sendikacılık, sendikacılık değildir, toplumsal temsil üretemez.

Somut bir örnek vereyim;

5 Aralık, Eskişehir Şeker Fabrikası’nın kuruluş yıldönümüydü. Bu kentin Cumhuriyet kimliğinin en önemli ayaklarından biri olan, adına mahalle kurulan, özelleştirilmesine karşı yıllarca meydanlarda haykırılan bir fabrikadan bahsediyoruz. Sanayi Odası bir kutlama mesajı yayımladı. Ama işçi sendikalarından tek bir cümle duymadık. Sormak gerekiyor: Bu kadar mı yabancılaştınız kendi çalıştığınız, üretim yaptığınız fabrikalara? Şeker Fabrikası’nı işçi sendikası kutlamayacak da kim kutlayacak?

Bu sessizlik bir istisna değil. Bir alışkanlık.

Çevre yolu sorunu konuşuluyor; sendikalar yok.
Uçuş sorunu, ulaşım krizi, trafik, kent içi dubalar; sendikalar yok.
Halkın yoksullaşması, hayat pahalılığı, barınma krizi; sendikalar yok.

Çevre yolu sadece sanayicinin sorunu mu?
O yolu her gün kullanan işçiler yok mu?
Servisle, özel araçla, toplu taşımayla o çileyi çeken emekçiler bu kentin insanı değil mi?

Sendikalar Eskişehir’de genellikle toplu iş sözleşmesi dönemlerinde hatırlanıyor. O da kısa süreli. Sonra yeniden sessizlik. Oysa bir sendikanın faaliyet gösterdiği kentte söz söylemesi bir lütuf değil, doğrudan görevidir.

Eskişehir Kalkınma Platformu kuruluyor. Kentin bileşenleri bir araya geliyor.
Neden tek bir işçi sendikası çıkıp da “Bu kentin bileşenlerinden biri de biziz. Biz de bu masada olmalıyız” demiyor? Neden “genişletilmiş toplantılarda söz almak istiyoruz” iradesi gösterilmiyor?

Çok mu zor?
Yoksa kendilerinde bunu hak mı görmüyorlar?
Vizyon mu yok, cesaret mi yok, yoksa alışkanlık mı?

Eskişehir Kent Konseyi gibi, kentte yaşanan tüm gelişmeleri ve şehri tribünden izlemek de bir tercihtir elbette. Ama tarih, izleyenleri yazmaz. Tarih, risk alanları, söz söyleyenleri, itiraz edenleri yazar.

“Maaşımıza yüzde bilmem kaç zam istiyoruz, geçinemiyoruz” sendikacılığı bitmek zorundadır…

Sendikacılık, yalnızca ücret kalemlerine indirgenirse; kentten, kamudan, yaşamdan koparsa;
işçinin gündelik hayatını belirleyen hiçbir başlığa dokunmazsa… Geriye ne kalır?

Eskişehir gibi bir kentte bu sessizlik kabul edilebilir değil. Bu kadar büyük bir toplumsal gücün bu kadar küçük bir alana hapsedilmesi, yalnızca sendikaların değil, kentin tamamının kaybıdır.

Ve artık bu sessizlik, masum değil.

Ben sendikaların bu sessizliğini masum bulmuyorum. Bulmam da mümkün değil.