Bilgehan Tombul yazdı...

Eskişehir’de bu hafta tramvayda yaşanan tartışma, birkaç dakikalık bir video olarak sosyal medyaya düştü. Videodaki görüntüler sadece bir tartışmayı anlatmıyor bir vicdan sorgusunu açığa çıkarıyor.

Öğretmen Muhammed Taha Özdemir, birkaç ay önce tramvayda karşılaştığı kadını bu kez yine gördüğünü söylüyor. Kadının, yetişkin oğlunun akciğer kanseri olduğunu, çalışmayan bir solunum cihazıyla para topladığını iddia ediyor. Kendi cep telefonuyla durumun “uydurma” olduğunu düşündüğü anları kayda alıyor ve sosyal medyaya yüklüyor. Görüntüler hızla yayılıyor ve tartışma büyüyor.

Olayın ikinci videosunda, öğretmen kadına “Neden milleti dolandırmaya çalışıyorsunuz?” diye bağırıyor; kadın ise karşılığında sert ifadeler ve suçlamalarla yanıt veriyor. Görüntülerde “Eskişehir’in dolandırıcısı burada” sözleri duyuluyor.

Gerçekten bir dolandırıcılık mı var? Kadının iddiaları ne kadar doğru?
Bunlar henüz adli mercilerce netleşmiş değil. Resmi bir tıbbi belge ya da doğrulama kamuoyuna yansımadı. Ancak yaşananlar, bir şeyi çok net gösteriyor:
Bu toplumda merhametle istismar arasındaki çizgi artık bulanıklaşmış durumda.

Eskişehir gibi büyükşehirlerde adliyelerin günlük iş yüküne bakıldığında tablo daha da netleşiyor. Dolandırıcılık, sahte yardım talepleri, organize dilencilik iddiaları… Dosyalar her gün artıyor. Bu artış, sadece bir suç istatistiği değil; toplumun güven duygusunun nasıl aşındığını gösteren bir işaret. Tramvaydaki tartışma bu yüzden bu kadar ses getirdi. Çünkü birçok insan kendini o öğretmenin yerinde hayal etti. “Ben de aynı tepkiyi verirdim” diyenler de oldu. “Ya kadın doğruyu söylüyorsa” diyenler de çıktı.

Sorun şu ki, bu belirsizlik en çok gerçekten yardıma ihtiyacı olanları vuruyor.
Vicdan sürekli istismar edildiğinde, insanlar kapılarını kapatıyor. Bakmamayı öğreniyor, duymamayı seçiyor. Böyle bir ortamda gerçek ihtiyaç sahipleri de kalabalığın içinde kayboluyor. Onların sesi, sahte hikayelerin gürültüsü arasında duyulmuyor. Sosyal destek mekanizmaları zayıf kaldığında, sokak kendi düzenini kuruyor. Tramvaylar, duraklar, pazar yerleri insanların yüzleşme alanına dönüşüyor. Vatandaş, sistemin çözmesi gereken sorunla birebir baş başa bırakılıyor. Sonra da herkes birbirine bağırıyor.

Asıl soru şu: Biz bu şehirde merhameti koruyarak kendimizi nasıl savunacağız?
Eğer bu soruya net bir cevap üretemezsek, ne dolandırıcılık azalır ne de vicdanımız rahat eder. Adliyeler dolmaya devam eder, toplum biraz daha sertleşir.
Ve günün sonunda kaybeden sadece kandırılanlar değil, inandığı için utanmaya başlayan insanlar olur.