Deniz Çağlar Fırat yazdı...
Türkiye, her yıl farklı başlıklarda krizler tartışır ama bazı krizler vardır ki doğrudan insan hayatına dokunur, gecikmesi telafi edilemez, mazereti olamaz. Son günlerde eczanelerde ilaç bulunamaması, işte bu kategorinin tam merkezinde duruyor.
Eskişehir’de bu sorun son aylarda giderek artmaya başladı ve önce Eskişehir Eczacılar Odası Başkanı Mustafa Çelik, daha sonra Başkan Yardımcısı Nagehan Kaya Şentürk konuyla ilgili açıklama yaptı, ardından da dün Eskişehir Baro Başkanı Barış Günaydın konuyu gündeme taşıdı.
Şu an ekonomik göstergelerle, sabit Euro endeksiyle ya da ithalat prosedürleriyle açıklanmaya çalışılan sorun aslında çok daha temel bir gerçeğe dayanıyor: Hastaların ilaca erişimi, devletin sadece sağlık politikası değil, insan hakları bakımından da asli yükümlülüğüdür.
Eskişehir Eczacılar Odası Başkanı Çelik, krizin nedenini “ilaç fiyat kararnamesindeki sabit Euro kurunun gerçek piyasa koşullarından kopuk” olmasına bağlamıştı. Bunun açılımı oldukça net:
İlaç firması zamlı gerçek kurdan ithal ediyor, ancak devlete sabit ve düşük kurdan satmak zorunda kalıyor. Aradaki fark büyüdükçe de piyasaya ürün vermeyi doğru bulmuyor.
Dolayısıyla bu tablo, pahalıya alıp ucuza satmak anlamına geldiği için de doğrudan ilaç erişimini etkiliyor. Yani mesele, “ilaç yokmuş, birkaç gün sonra gelir” ciddiyetsizliğinde değil, mesele, hak temelli bir sorumluluğun yerine getirilmemesi haline dönüşüyor.
Bu nedenle, yaşanan krizi yalnızca “piyasa dengesizliği” olarak görmek, meseleyi hafifletmektir. Bu bir ekonomik tercihin sonucudur.
Ama gel gör ki; bu ekonomik denklemde kaybeden hiçbir zaman üretici, ithalatçı ya da Bakanlık bürokrasisi olmuyor. Kaybeden, ateşi düşmeyen çocuk, insülinine ulaşamayan diyabetli, tansiyon ilacını bulamadığı için risk yaşayan yaşlı, ağrı kesicisi dahi olmayan hasta oluyor.
Bir insan hakları öğrencisi olarak meseleye şöyle bakıyorum;
Anayasa’nın 56. maddesi, “Devlet herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlüdür” der. Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12. maddesi, “mümkün olan en yüksek sağlık standardına ulaşma hakkını” tanımlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de çeşitli kararlarında, devletin yaşamı koruma ve sağlık hizmetine erişimi engelleyecek yapısal sorunları gidermekle yükümlü olduğunu vurgular.
Bu sorunun sorumluluğu tek bir kurumda değildir; düzenleme yetkisi Maliye ve Sağlık Bakanlıklarında, uygulama sahada, denetim devletin tamamındadır.
Eczacılar ve vatandaşlar “kriz var” diye haykırırken, devletin görevi tartışmayı izlemek değil, hak temelli biçimde çözümü derhal sağlamaktır.
Hakların en temeli olan yaşama hakkı, çoğu zaman büyük krizlerde değil, işte bu küçük ama ölümcül ihmallerde yara alır.
İlaç krizinin en temel hak olan yaşam hakkını daha fazla ihlal etmeden çözüme kavuşturulması, ekonomik sorunların ortadan kaldırılarak merkezine ‘insanı yaşatmak ve insana değer vermek’ ilkesiyle insanı koyan bir modelle çözülmesi elzemdir.