Bu hafta Eskişehir bir şehidini uğurladı. Şehrin kalabalığı, gürültüsü, gündelik telaşı bir anda susup aynı noktada birleşti. Cenaze törenleri hep zordur ama bazı cenaze törenleri çok daha zordur. Bazen bir ayrıntı bütün törenin ağırlığını tek başına taşır. Bu kez o ayrıntı, kalabalığın içinde en ön safta duran bereli bir adamdı. Yakasında “şehit yakını” yazıyordu. Tören boyunca gözüm hep onun bakışlarına takıldı. Öfke, hüzün, kırgınlık, sitem, gurur… hepsi aynı anda onun bakışlarındaydı. Bakışlarındaki ifade öyle derindi ki, büyük bir anlam taşıyordu. Bazı acılar konuşulmaz; yüzünden okunur derler ya gerçekten öyleydi.
Cenaze töreni çok kalabalıktı. Avlu doldu, sokaklar doluydu. Böyle anlarda hep şunu görüyorum: Bu ülkede çoğu konuda ayrı düşen insanlar, şehit cenazelerinde aynı çizgide buluşuyor. Herkes aynı sessizliği paylaşıyor. Aynı soruyu, aynı acıyı, aynı yükü… Bu tabla da gurur verici bence aynı acıya şahit olmak birbirimizin acısını anlamak tarif edilemez bir duygu.
Ve baba. Üzüntüsü çok belirgindi ama gözlerinde bir gurur da vardı. Evladını toprağa vermenin ağırlığıyla, o evladın nasıl bir görev uğruna şehit düştüğünü bilmenin gururu aynı anda duruyordu. Bu iki duyguyu bir insanın nasıl taşıyabildiğine tanık olmak, cenazenin en ağır anıydı.
Kalabalık dağıldıktan sonra bile o bereli adamın yüzü aklımdan çıkmadı. İnsan kalabalığı unutuyor ama bazı bakışlar hafızadan silinmiyor.
Eskişehir o gün bir evladını uğurladı; geriye hepimizin sırtına çöken bir sessizlik bırakarak.
Ve bazen bir cenazeyi anlatan şey tabutun ağırlığı değil, o tabutun yanında duran insanların taşıdığı acıdır.