Deniz Çağlar Fırat yazdı...

5 Aralık…
Türkiye’de kadınların siyasette seçme ve seçilme hakkına kavuşmasının üzerinden tam 91 yıl geçti. Atatürk’ün önderliğinde atılan bu büyük adım, yalnızca hukuki bir düzenleme değil; dini hüküm ve muhafazakâr anlayışla binlerce yıldır yoğrulan bir toplumun kültürel kodlarına, zihinsel haritalarına, yerleşik cinsiyet rollerine karşı yapılmış devrimdir.

Bugün bu yıldönümünü kutlarken, aynı zamanda “kadın hakları” dediğimiz geniş skalada hangi noktada olduğumuzu, nerelerde tökezlediğimizi, hatta bazen geriye düştüğümüzü de konuşmak zorundayız.

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Ayşe Ünlüce’nin yayımladığı 5 Aralık mesajı bu nedenle sıradan bir açıklama olarak görülmemelidir.

Çünkü hele ki Türkiye’de siyasetin bütün basamaklarında kadın temsili hâlâ sembolik düzeyi bile yakalamakta zorlanırken…

Hele ki Türkiye’de hâlâ “erkek işi” olarak kodlanan yerel yönetim alanında bir zihniyet dönüşümünü temsil eden bir örnek olmuşken…

İşte bu yüzden Ayşe Ünlüce, 5 Aralık tarihinde sessiz ama etkili bir kırılma noktası olarak anılmadan geçilemez.

İşte tam da bu noktada Ayşe Ünlüce’nin varlığı üzerinden konuya yaklaşmak istiyorum.
Çünkü bazı isimlerin seçilmesi yalnızca bir “görev değişimi” değildir; toplumsal sembol değeri taşır. Bu anlamda Ünlüce’nin Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı sürecinde öne çıkan üç unsur olduğunu yazmam yanlış olmaz.

Ayşe Ünlüce;

Kadınların siyasetteki yerine ilişkin güçlü bir hatırlatmadır.

Kadının liderlik biçimine en güzel örneklerden biridir.

Toplumsal bellekte yeni bir modeldir.

Ama gelin görün ki, 91 yıl önce kazanılan bir hakkın bugünkü pratiğine baktığımızda Ayşe Ünlüce ve onun gibilerin sergilediği örneğin dışına çıkınca tablo hiç de parlak değildir.

KADIN HAKLARINDA KAZANIM ÇOK, İHLAL DAHA FAZLADIR

Türkiye’de kadın hakları denince çoğumuzun aklına hâlâ şiddet, eşitsizlik, istihdamdaki ayrımcılık ve temsil sorunları gelir. Bir insan hakları yüksek lisans öğrencisi olarak açık ve net şekilde ifade etmeliyim ki mesele çok daha geniştir…

Yaşam hakkı, hukuki güvence eksiklikleri, ekonomik eşitsizlikler, temsiliyet sorunu, toplumsal cinsiyet kalıpları, dijital şiddet ve taciz…

Yani kadın hakları, yalnızca 5 Aralık’ta bir kutlama konusu değil; toplumumuzun demokrasi ve adalet kalitesini belirleyen yapısal bir meselenin altının çizilmesi gereken gün olarak görülmelidir.

v İnsan hakları hukuku açısından devletin “pozitif yükümlülüğü”nü,

v Uluslararası sözleşmeleri (CEDAW, İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilişi),

v Temsil oranlarının sayısal verisini (TBMM’de kadın oranı %20’nin altında).

Bugün hatırlatmayacağız da ne zaman hatırlatacağız?

Evet, bugün 5 Aralık, ülkemizde Kadın Hakları Günüdür.

Ama şu acı gerçekle de yüzleşmek boynumuzun borcudur:

Sadece 2020–2024 arasında, Türkiye’de erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve özetlenen verilerde kabaca şöyledir:

· 2020: 300 kadın

· 2021: 280 kadın

· 2022: 334 kadın

· 2023: 315 kadın

· 2024: 394 kadın

Yani son 5 yılda (2020–2024) en az 1.600’den fazla kadın cinayete kurban gitmiş durumdadır. Buna 2025’in ilk aylarını da eklersen, sayı daha da artmaktadır. Ulu Önder Atatürk’ün bir toplumun kültürel kodlarına, zihinsel haritalarına, yerleşik cinsiyet rollerine karşı yaptığı bu devrimin özünü, amacını, ruhunu anlatmak, aktarmak da hepimizin görevidir.

Bu yüzden ben bugün sadece kadın oldukları için katledilen aramızdan çekip kopartılan yüzlerce, binlerce kadını Özgecanların, Pınarların, Ayşelerin, Fatmaların nezdinde anmak ve bu utançla yaşamak zorunda kalan milyonlarca insanın özürlerini sunmak istiyorum.

Belki de Bugün 5 Aralık’ı kutlarken aslında yapmamız gereken tek şey, kadınların hayatını koruyan, siyasetteki varlığını güçlendiren ve bu ülkenin geleceğini eşitlik temelinde yeniden kuran bir zihniyet dönüşümünü hep birlikte gerçekleştirmektir; çünkü kadın hakları, ancak toplumun tamamı sahip çıktığında gerçek anlamına kavuşur.