Hüseyin Akçar yazdı...
Anayasa’nın 51. maddesi, çalışanlara sendika kurma ve sendika faaliyetlerinde bulunma hakkını açıkça tanımaktadır. Bu hakkın doğal bir uzantısı olan grev hakkı, sadece bir toplu pazarlık aracı değil, aynı zamanda emeğin en temel direniş biçimidir. Ancak yürütme organı, grev hakkını “erteleme” adı altında fiilen ortadan kaldırmakta, anayasal güvenceyi kağıt üzerinde bırakmaktadır.
Kanun, grev ertelemesini yalnızca “genel sağlık” ve “milli güvenlik” gibi istisnai ve olağanüstü durumlarla sınırlandırmıştır. Bu kavramların içeriği belirsiz ve geniş yoruma açık olduğu için, yürütmenin keyfi müdahalelerine zemin oluşturmaktadır. Oysa Danıştay içtihatları da göstermektedir ki, milli güvenliğin tehlikeye düştüğünün kabulü için ülkenin özel savunma ve güvenlik altına alınmasını gerektirecek ciddi ve somut tehditlerin bulunması şarttır.
Bu noktada Anayasa Mahkemesi’nin 2015 tarihli Kristal-İş ve sonrasında verdiği Birleşik Metal-İş kararlarında, grev ertelemesinde “milli güvenlik” gerekçesinin hiçbir somut dayanağa bağlanmadan kullanılamayacağını açık biçimde ortaya koymuştur. Buna rağmen Cumhurbaşkanı’nın bu kararlardan sonra dahi aynı gerekçeyle keyfi biçimde grevleri erteleyebilmesi, yalnızca anayasal haklara değil, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararlarına da açıkça meydan okumaktır. Yani ortada artık yalnızca bir hak ihlali değil, anayasal yargının da tanınmaması gibi çok daha ciddi bir kriz söz konusudur.
Grev hakkını sadece “uygulamada değil, karar aşamasında” dahi bastıran bu anlayış, artık ertelemeden değil sistematik grev yasağından söz ettirir. Bu durum, hem sendikal özgürlüklere hem de hukukun üstünlüğüne açık bir tehdittir.
Cumhurbaşkanı’nın tek imzayla verdiği grev erteleme kararı, yargı denetimine kapalı, gerekçesiz ve siyasallaşmış bir müdahale niteliğindedir. Bu keyfiyet hali, Anayasa’yı ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerini de açıkça ihlal etmektedir.
Anayasa’nın 51. maddesi, sadece bir süs cümlesi değildir. Grev hakkı, iktidarın lütfu değil, emekçinin alın teri kadar kutsal bir haktır. Bu hakkı ertelemek değil, gasp etmek söz konusudur.
Bu nedenle soruyoruz:
“Milli güvenlik” kimin güvenliği? “Genel sağlık” kimin sağlığı?
Ve daha önemlisi: Bu ülkede emekçinin hakkını kim savunacak?