Deniz Çağlar Fırat yazdı...
Mihalgazi… Türkiye’nin yeşilliğinin neredeyse yüzde 70’ini üreten, seralarıyla bereketin kalbi sayılan bir ilçe. Ama o gün gördüğüm manzara bereketten çok yorgunluğun, ilgisizliğin ve unutulmuşluğun fotoğrafıydı.
Amacımız, Türkiye’nin yeşillik üretiminde neredeyse omurgayı oluşturan bu ilçede seraları gezmek, üreticilerle konuşmak, toprağın sesini yerinde duymaktı. Fakat bizi karşılayan ilk ses, motor uğultusu ya da kuş cıvıltısı değil; çukurlara dolan yağmur suyunun sessizliği oldu.
Bir tarafta alın teriyle toprağı diriltmeye çalışan üreticiler, diğer tarafta her yağmurda çamura dönen yollar, bozuk kaldırımlar ve kaderine bırakılmış bir ilçe...
Cihan Yıldırım ve gazeteci Ali Baş ile birlikte bu çelişkinin ortasında, “Türkiye’nin karnını doyuran ama kendi aç kalan ilçesini” görmek için yola çıkmıştık. Amacımız, Türkiye’nin yeşillik üretiminde adeta kalbi sayılabilecek bu küçük ilçede seraları gezmek, üreticilerle bir araya gelmekti. Ancak bizi karşılayan manzara, beklediğimiz bereketin değil, ihmalin ve yorgunluğun fotoğrafıydı.
Mihalgazi’ye vardığımızda ilk dikkatimizi çeken şey üretim değil, yollar oldu. Yağmurun ardından su birikintilerine dönüşmüş, yer yer göçüklerle dolu, çamurla kaplanmış yollar... Türkiye’de üretilen yeşilliğin neredeyse yüzde 68’ini tek başına karşılayan, adım başı seraların dizildiği bir ilçeden çok daha bakımlı, temiz bir görüntü bekliyorduk.
Ne yazık ki gördüğümüz tablo tam tersiydi. Kaldırımlar bozuk, yollar delik deşik, sokaklar bakımsızdı. Yağan azıcık yağmur bile asfaltı çamura çevirmişti. Aramızda birbirimize dönüp, “Acaba yanlış yere mi geldik?” diye sormaktan kendimizi alamadık.
Üretimin kalbi sayılan bir ilçede altyapı bu kadar zayıf olunca insanın içi sızlıyor. Bu görüntü sadece bakımsız bir yol değil, aslında Türkiye’deki kırsal yönetim anlayışının da bir özeti gibiydi.
TANZİM ÇADIRININ GÖLGESİNDE EKONOMİ
Gezimizi özellikle perşembe gününe denk getirdik; çünkü o gün ilçede pazar kuruluyordu. “Üretici ilçesindeyiz, pazarda fiyatlar uygun olur,” diye düşünüyorduk. Hatta Cihan, alışveriş yapmak için yanına uzun zaman sonra ilk kez nakit para aldığını bile söylemişti. Öyle ya, Alpu-Bozan deneyimimizden biliyorduk ki banka kartı belki de burada geçmiyordu. Pazara girdiğimizde büyük bir hayal kırıklığına uğradık çünkü ürünler hem pahalıydı hem de Eskişehir’deki fiyatlardan farkı yoktu.
En çok dikkatimizi çeken ise tam belediye binasının önüne kurulmuş, diğerlerinden daha büyük olan bir stanttı. Fiyatların daha düşük olduğunu görünce merak ettik. Bize rehberlik eden CHP Mihalgazi İlçe Başkanı Hasan Ünal’a sordum:
— “Bu stant neden diğerlerinden ucuz?”
Ünal, “O belediye tanzim standı,” dedi.
“Nasıl yani, Mihalgazi’de tanzim standı mı var?” diye sordum şaşkınlıkla.
“Evet,” dedi gülümseyerek.
Yani, neredeyse herkesin sera ve tarımla uğraştığı bir ilçede, halk ucuza domates, biber, meyve-sebze yesin diye belediye tanzim standı kurmuştu. O sırada yanımıza yaklaşan bir Mihalgazili sessizce kulağıma eğilip, “Bu stant yüzünden bir firma battı, karşıda tezgâh açıyordu, işi bitti,” dedi.
Bu söz, ilçedeki üretim ilişkilerinin kırılgan yapısını özetliyordu.
Böyle bir üretici ilçede tanzim satışı yapmak, kısa vadede tüketiciyi sevindirse de uzun vadede yerel üreticiye ve hane ekonomisine doğrudan zarar veriyor. Çünkü üretici kendi emeğinin karşılığını alamıyor, rekabet dengesizleşiyor, yerel piyasa fiyatı baskılanıyor. Tanzim çadırı, burada sosyal bir destek değil, üretim zincirine müdahale anlamına geliyor. Büyükşehirlerde pandemi döneminde gördüğümüz uygulamanın, tamamen üretici temelli bir ilçede sürdürülmesi, ekonomik olarak “tersine işleyen bir destek modeli” haline gelir, nitekim gelmiş de… Böyle bir uygulamanın hala sürüyor olması iktidar partisine mensup belediyenin övünülecek bir icraatı olmamalı, aksine utanmalı. Önemli olan tüketiciye ucuza meyve-sebze yedirecek stant açmak değil, tüm stantların ucuza ürün satmasını sağlamaktır.
YAŞLANAN İLÇEDE GENÇLİK AZALIYOR
İlçede bir başka dikkat çeken durum ise nüfusun yaş ortalamasıydı. Sokakta gördüğümüz herkes yaşlıydı. Abartısız söylemek gerekirse, bizim ilçeye adım atmamızla birlikte Mihalgazi’nin yaş ortalaması en az beş yaş düşmüştür. Şöyle anlatayım çevrede gördüğümüz insanlar arasında en genci Ali Baş, ben ve Cihan olarak sıralanıyorduk.
Kimi elinde poşet, kimi pazar tezgâhının başında, kimi bankta oturuyor... Hepsi yorgun ama dirençli insanlar. Ancak genç nüfusun bu kadar az oluşu, ilçenin geleceği açısından kaygı verici.
Ama bu, sadece Mihalgazi’nin değil, Türkiye kırsalının genel hikâyesi.
Toprak var, bilgi var, üretim var ama genç yok.
Çünkü ürettiğiyle geçinemiyor.
EMEK, TER VE SABİT KALAN GELİRLER
Pazardan çıkıp Mihalgazi Sakarı Sebze Toplama Hali’ne geçtik. Belediyeye ait tırın yanında çalışan birkaç gençle sohbet ettik. Nihayet ilçede biraz genç yüzler görmek moral vericiydi. Büyük su havuzlarında kasa kasa rokalar yıkanıyor, topraktan arındırılıyordu.
Burada Can Nakliyat yetkilisi Veysel Can ile tanıştık. Veysel, genç yaşına rağmen babasından devraldığı işi büyük bir özveriyle sürdürüyor. Anlattığı sistemin karmaşıklığı, tarım ekonomisindeki dengesizliği çarpıcı biçimde gösteriyordu:
Seradan 3 TL’ye çıkan roka, 16 demet olarak kasalanıyor. İstanbul’daki halciye maliyeti 90 TL. Yani demet başı 5,6 TL’ye geliyor. Aradaki 2,6 TL fark nakliyeciye ait görünse de, pratikte bu fark kâra değil, zarara yazılıyor.
Veysel Can şöyle diyor:
“Bazen bir kasa rokayı 70 TL’ye taşıyoruz. O zaman hiç kâr etmiyoruz. Hatta zarar ediyoruz. Her gün bir tır İstanbul’a, bir tır Ankara’ya sevkiyat yapıyoruz. Kış gelince iki tır Ankara, bir tır İstanbul oluyor. Giderler her gün artıyor ama gelir sabit. Seradan 3 TL’ye çıkan rokayı bazen 0,5 kuruşa ulaştırıyoruz. Çoğu zaman zarar ediyoruz ama bu işi biz yapmazsak kim yapacak?”
Bu cümle, hem Mihalgazi’nin hem de Türkiye tarımının özeti gibiydi: Emek artıyor, gider artıyor, ama gelir hep sabit.
SERALARDA BEREKET VAR AMA GELECEK KAYGILI
Veysel’in davetiyle Hasan Ünal’la birlikte seralara geçiyoruz. Görüntü muhteşem: Toprak verimli, yeşillikler canlı, üretim yoğun.
Ancak üreticinin yüzü gülmüyor. “Her rekoltede giderimiz artıyor, ama gelirimiz hiç artmıyor,” diyor Veysel.
Bu söz üzerine hepimiz susuyoruz. Çünkü söylenecek her şey aslında bu cümlede saklı.
BELEDİYE KAPISI KAPALI, İLÇE KADERİNE TERK EDİLMİŞ
İlçeden ayrılmadan önce Mihalgazi Belediye Başkanı Zeynep Akgün’ü ziyaret etmek istedik. Ancak belediye adeta kapı duvardı. Kapıdan elimizi kolumuzu sallayarak girdik, kimse bir şey sormadı. Binada neredeyse kimse yoktu.
Bir kadın görevliye başkanı sorduk.
“İlçede değil, bilmiyorum,” dedi.
Herkesin birbirini tanıdığı, küçücük bir ilçede üç yabancı olarak dikkat çekmememiz tuhaftı. En azından “Buyurun, kimsiniz? not bırakmak ister misiniz?” gibi bir yaklaşım beklerdik ama yoktu. Bürokratik sessizlik her yanı sarmıştı.
MİHALGAZİ DAHA FAZLASINI HAK EDİYOR
İlçeden ayrılırken aklımızda şu sorular kaldı:
Türkiye’nin yeşilliğinin yaklaşık yüzde 70’ini üreten Mihalgazi, nasıl bu kadar sahipsiz kaldı?
Bu ilçenin potansiyelini görmeyen kim?
Sorunlarını dile getirmeyen biz gazeteciler mi, yoksa vizyonsuz, partizan yaklaşımlara saplanan yerel yöneticiler mi?
Kurtuluş Savaşı’nda İnhisar’dan gelen Yunan askerini püskürten Mihalgazililer, bugün bu koşullarda yaşamayı hak etmiyor.
Bereketli toprakları, üretken insanları, doğal güzellikleriyle Mihalgazi; tarımda, turizmde, organik üretimde Türkiye’nin örnek ilçesi olabilecekken, kaderine terk edilmiş durumda.
Gerçek şu ki Mihalgazi çok daha iyisini hak ediyor.
Toprağıyla, üreticisiyle, tarihiyle ve emeğiyle…