Deniz Çağlar Fırat yazdı...
Bildiğiniz gibi, önceki gün Odunpazarı Belediye Meclisi toplantısında belediye bütçesi görüşüldü.
2026 yılı bütçesi 5 milyar 250 milyon TL olarak kabul edildi.
Kabul edildi edilmesine ama toplantı oldukça sert tartışmalara sahne oldu.
Toplantıda konuşan Başkan Kazım Kurt ise, bana göre yalnızca belediyenin bütçe politikası üzerine değil, aynı zamanda Türkiye’de belediyeciliğin gittiği yönü anlatan açıklamalarıyla da dikkat çekti.
Bu nedenle yaptığı konuşma, sadece yerel bir değerlendirme değil, Türkiye’deki yönetim anlayışına dair önemli bir tespitti.
⸻
Bütçe: Kâğıt Üstündeki Özerklik
Belediyelerin kaderi artık kendi meclislerinde değil, Ankara’daki masalarda yazılıyor.
Kazım Kurt’un “Biz bu prosedürü belirlemiyoruz, Ankara gönderiyor, ‘buna göre yapacaksın’ diyor.” sözleri, bugünün yerel yönetim gerçeğini özetliyor.
Yerel demokrasinin daraldığı, yerinden yönetim anlayışının giderek bir vitrine dönüştüğü bir dönemdeyiz.
Bütçeler artık sadece gelir-gider tabloları değil; kimin karar vereceği, kimin yetkili, kimin edilgen olduğunun da belgesi haline geldi.
Bir belediyenin bütçesi, o kentin geleceğine dair en somut belgedir.
Ama bugün belediyeler, kendi önceliklerini değil, merkezi yönetimin dayattığı ekonomik parametreleri izlemek zorunda kalıyor.
“Orta Vadeli Program” Ankara’da yazılıyor, “tasarruf genelgesi” Saray’da çıkıyor; belediyeler ise bu metinlerin dipnotlarında kendine bir satır aramaya çalışıyor.
Kazım Kurt’un da belirttiği gibi, hükümetin öngörüleri tutmadığında bunun bedelini yerelde belediyeler ödüyor.
Enflasyon tahmini yanlış çıkıyor, enerji fiyatları uçuyor, faiz politikası değişiyor — sonuçta asfalt dökülmüyor, park yapılmıyor, hizmet aksıyor.
Ama suçlu kim?
Yerel yönetim!
Oysa sistem, belediyeyi “planlayan” değil, “uygulayan” konuma itmiş durumda.
Bir nevi taşeron kamu modeli.
İşte buna Kazım Kurt merkezi vesayet tanımını veriyor.
⸻
Merkezileşen Türkiye, Daralan Demokrasi
Yerinden yönetim ilkesi, Cumhuriyet’in en eski yönetim ilkelerinden biridir.
Fakat son yirmi yılda bu ilke sistematik biçimde aşındırıldı.
Belediyelerin gelir kaynakları kısıtlanırken, görev yükleri artırıldı.
Yetkiler merkezi idareye devredildi, projeler bakanlık onayına bağlandı, bütçe taslakları “uyumlu hale getirilmek” için Ankara’ya gönderilir oldu.
Yani özerk belediyecilik, yerini “merkezden yönetilen yerelcilik”e bıraktı.
Bugün belediyelerin kendi kaynaklarını kullanma, kendi önceliklerini belirleme hakkı neredeyse yok.
Merkez, bir yandan “tasarruf” çağrısı yapıyor, öte yandan aynı dönemde yüzlerce lüks araç alımıyla gündeme geliyor.
Kazım Kurt’un “Biz tasarruf ederken Diyanet yedi araç alıyor.” sözü bu çelişkinin en çıplak ifadesi.
Bu tablo, ekonomik rasyonelden çok politik sadakatin belirleyici olduğu bir sistemin fotoğrafı.
⸻
Güvensizlik Sarmalı
Merkez-yerel ilişkisi bozulduğunda, sadece yönetim krizi değil, güven krizi de doğuyor.
Kurt’un “İnsanlar artık partiye, iktidara, devlete güvenmiyor.” tespiti, salt bir politik eleştiri değil; sosyal bir gösterge.
Çünkü güvensizlik, sadece seçim sandığında değil, belediye kasasında da hissediliyor.
Vatandaş artık faturasını öderken, aldığı hizmetin bedelini değil, sistemin adaletsizliğini ödediğini düşünüyor.
⸻
Yerel Demokrasi İçin Çağrı
Bugün belediyeler, ülkenin ekonomik gerçekliğiyle halkın günlük yaşamı arasında sıkışmış durumda.
Ne fiyatları belirleyebiliyorlar, ne gelirlerini tahmin edebiliyorlar.
Ama yine de sokakta, parkta, pazarda yurttaşın ilk muhatabı onlar.
İşte bu yüzden yerel yönetimlerin özerkliği, sadece bir idari mesele değil; demokrasi meselesidir.
Bütçeyi özgürce yapamayan bir belediye, kentini özgürce yönetemez.
Kazım Kurt’un konuşması, bu açıdan bir bütçe savunması değil, bir yerel demokrasi manifestosu gibiydi.
Yerel özerklik olmadan demokrasi eksik kalır.