Hakkı Kabal yazdı...
Bir depremle başladı her şey. Yerin altındaki o kıpırdanış, sadece binaları değil, içimizdeki direnci de yıktı. O ilk sabahı hatırlıyorum; herkesin gözünde aynı çaresizlik, aynı sessizlik vardı. İnsanlar birbirine bakıyor ama kimse konuşamıyordu. Sanki söylenecek söz kalmamıştı. Sonra sel felaketleri geldi, ardından intiharlar, çocuk ölümleri, hayvanlara yapılan işkenceler… Şehit haberlerini duya duya kanıksamışız meğer. Evet, galiba asıl felaket buydu: Kanıksamak.
Bir annenin feryadını duyduğunuzda ne hissediyorsunuz? Ya da bir çocuğun ölüm haberi ekranlarda yankılandığında? Üzülüyor musunuz? Yoksa “Yine mi?” deyip geçiyor musunuz? Kendime dönüp soruyorum: “Hala yeterince hissedebiliyor muyum?” Ve korkuyorum… Çünkü artık acılara alıştığımı fark ediyorum.
Felaketlerin önüne geçmek mümkün, bunu biliyorum. Doğru planlamayla, bilimle, tedbirle… Peki ya duygularımızın yıkımına kim engel olacak? Kendi içimize çöken binaları kim yeniden inşa edecek? Merhametimiz soğuyor. Öyle yavaş yavaş değil, buz gibi bir hızla…
Eskiden bir köpeğin çaresiz bakışları içimi paramparça ederdi. Şimdi bir haber daha okuyorum: Sokakta eziyet edilmiş bir canlı. Üzülüyorum ama eskisi kadar değil. Bu beni korkutuyor. Çocuk ölümleri, orman yangınları, intihar eden gençler… Artık sadece “Daha ne kadar kötü olabilir?” diye soruyorum. Çünkü acıya alışmak, insana yakışmayan bir durum. Ama biz bu hale geldik.
Nereye Kadar?
Her geçen yıl bize biraz daha mı ah çektirecek? Yoksa biz mi bu trajedilerle yaşamaya razı olduk? Kendime soruyorum: Bu duygusal yorgunluğun sonu nereye varacak? Hayatın ortasında nefes almaya çalışırken boğuluyoruz. Yaşamakla hayatta kalmak arasındaki farkı unutuyoruz.
Sevmenin, sevilmenin tadını unuttuk. Nefes almak için bile bahaneler arıyoruz artık. “Mutluluk” dediğimiz şey, geçici bir sığınak gibi. Yaşamak bir yük, bir zorunluluk haline gelmiş. Ama böyle nereye kadar sürecek?
Sevgi Kurtaracak
Belki de bizi kurtaracak tek şey, yeniden sevmeyi öğrenmek. Ama öyle bir sevgi ki; herkesin, her şeyin hakkını vererek. İnsanı, hayvanı, doğayı… Herkesi ve her şeyi. Çünkü sevgi, yalnızca bir his değil; bir sorumluluk. Yunus’un dediği gibi: “Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”
Sevgiye en çok ihtiyacımız olan zaman bu. Ama sadece sözle değil, eylemle. Bir çocuğun elinden tutarak, bir canlıya yuva olarak, bir ağacı koruyarak… Biz birbirimize ne kadar sahip çıkarsak, dünya o kadar yaşanır hale gelir. Çünkü sevgi büyür. Sevgi yayıldıkça hayat da güzelleşir.
Belki yorulduk. Belki hayat, bize hep acı tarafını gösteriyor. Ama pes edemeyiz. Çünkü sevmekten vazgeçmek, hayattan da vazgeçmektir. Bu dünyayı değiştiremeyeceğimizi düşünüyoruz bazen, ama küçük bir adım bile fark yaratabilir. Bir insanı, bir canlıyı mutlu etmek… Bu kadar basit.
Bir çocuğun gözlerindeki mutluluğu görmek… Bir köpeğin kuyruğunu sallayışını izlemek… Bunlar dünyayı değiştirmez belki, ama bizi değiştirir. Ve biz değişirsek, her şey değişir.
O yüzden sevelim. Merhametimizi soğutmayalım. Birbirimizi ve bu dünyayı unutmayalım. Çünkü Yunus doğru söylüyor: “Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”