Kültürel mirasımız olan Karagöz gölge oyununun tarihî, sosyal arka planıyla sinemaya uyarlandığı “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filminde turşu tutkunu “Eşrefoğlu” karakteri her sözü turşuya getirir, hatta bir yerde “şeref” kelimesi geçer. Ve o yine “Şeref dedik de canım nasıl turşu çekti!” der.

Senaryonun mizahi yönü bir tarafa “şeref” kelimesinin manasına bakıldığında da değer vermekle ilişkilendirilebilir. Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca Lûgatinde “büyüklük, ululuk; övünme; üstünlük” anlamlarıyla yer bulurken kelime iki boyutta ele alınmıştır. Birincisi makam ve mevkiden ileri gelen şeref, yani “şeref-i ârizî” ya da “şeref-i izâfî”. İkincisi, kişinin kendi öz vasıflarından ve faziletlerinden doğan şeref, yani “şeref-i zâti”… Esasında bu iki “şeref” arasındaki asıl fark şudur ki ilki insanın elinden alınabilir, fakat ikincisini kimse alamaz, onu ancak kişi kendisi kaybeder. 

Arapçadan dilimize geçen bu kelimeye karşılık bugün “onur” kelimesi kullanılıyorsa da esasen mana bakımından birbirlerini tam olarak karşıladığı söylenemez. İtalyanca “onore”, Fransızca “honneur” sözcüğü 19. yüzyılda dilimize girmişse de sözcüğün Batı’daki çıkış noktası farklıdır. “Yaşam değeri” ile özdeşleşen ve düello yapılarak kurtarılan bir şey söz konusudur burada. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise birinci anlamda yer bulan “onur”un yanı sıra “toplumca benimsenmiş iyi şöhret” anlamına da gelmektedir “şeref”.  

İnsanlar arasında geçerli ve makbul olma ile alakalı bu kelimenin Osmanlı basınında Eskişehir’in “Köprübaşı” mevkiine atfedilmesi de farklı boyutlarda ele alınmalıdır. Eskişehir’in en şöhretli yeridir evvela. Bir “tarih gezgini” olarak hiç üşenmedik, 1911-1912’de Eskişehir’de yayımlanan “Hakikat Anadolu Sesleri” gazetesinin sayfalarında bir asır öncesindeki Köprübaşı’nın izini sürdük. 

“Şehrimizin en şerefli mevkiini ihraz eden büyük köprü”nün etrafında, Porsuk nehrine nâzır dükkanlara bakarken buluyoruz kendimizi. Uzaktan heybetli bir bina dikkatimizi çekiyor. Belediye binasıymış. Tam karşısında Tahir Ömer Efendi Kıraathanesi… Neredeyse her akşam kıraathane müdavimleri donanmaya bağış için müzayede başlatıyormuş burada. Hatta “Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyetinin Eskişehir Şubesi Reisi Ömer Fevzi” Bey gazeteye bir teşekkür ilanı bile vermiş. Yazdığı yazılarla, yaptığı haberlerle nüfuzlu çok sayıda düşman biriktiren, gözü kara bir gazeteci Mestan İsmail Bey de var kıraathane müdavimleri arasında. O, kapıdan girince müzayede daha heyecanlı bir hâl alıyor; her akşam keselerinden -az çok- bir bağış payı ayrılıyor askerî gücümüze güç katmak için. 
Porsuk nehri olur da adı “Porsuk” olan kıraathane bulunmaz mı hiç! Bulunur elbet! Orada da donanmaya bağış için müzayedeler düzenleniyor. Bir de Maarif Kıraathanesi var Köprübaşı’nda. Daha ziyade eğitim camiasının müdavimi olduğu ve eğitime dair meselelerin tartışıldığı bir kulüp, hatta bir okuma kulübü… Kıraathanelerde İstanbul, Balkanlar ve Anadolu gazetelerini bulup okuyabilirsiniz. Kıraathane, hem şehrin hem de ülkenin dört bir köşesinin haber merkezi konumundadır. 
Bazen de bir kıraathane tiyatroya dönüştürülür ve yine donanmaya bağış yapılır. Köprübaşında Veli Çavuş’un kiraladığı eski Belediye Kıraathanesi gibi. Tiyatro Direktörü de Mehmet İnayet Efendi’dir. Eskişehir’de tiyatro dendi mi öne çıkan, saygın bir isimdir kendisi. Esasında Eskişehir’de kıraathane, tiyatro bahane; o tarihlerde donanma için, daha sonra tayyare için yardımlar sel olup akıyor. “Hamiyeti coşan Mehmed İnayet Efendi” gibi eşi ve kız evlatları da geri kalmıyor, arada sırada müzayedeye katılıyorlar. Sadece seyirciler mi, “aktristlerden isimlerini bilmediğimiz matmazeller” de bağış yapıyor.   

Kıraathaneler bazen de konferans mekânıdır. Eski Karahisar (Afyon) Mebusu Rıza Paşa’nın Köprübaşı’nda Celil Ağa’nın kıraathanesinde yapacağı konferansın duyurusunu okuyoruz. Duyuruda herhangi bir partinin adına değil “sırf memleketin menâfi’i ve mehâliki” hakkında tarafsız bir şekilde konuşulacağı yazıyor. Sonra buram buram kahve kokuları beni kendine çekiyor. Celil Ağa’nın büyük kahvesi karşısından geliyor koku. Kemahlı Hasan ve arkadaşı Yusuf’un kahve imalathanesiymiş burası. Dükkânda tahmis usulü kahve imal ediyorlar. “Yirmi senedir İstanbul gibi bir yerde kahve imal etmekle” kazandığı şöhretten sonra Kemahlı Hasan Eskişehir’de arkadaşı Yusuf’la kahve sanatını icra etmeye devam eder. Zira kahve imal etmeyi bir sanat addediyor kendisi.

Hakikat gazetesi “Şehrimizin en şerefli mevkiini ihraz eden büyük köprü” dedikten aylar sonra şehirdeki eğitim, kültür faaliyetlerinin başaktörü İttihat ve Terakki Kulübü; Harman Mahallesi’nden Köprübaşı’ndaki inşaatı tamamlanan yeni binasına taşınıyor. Kulübün alt katında ise Bulgaristan göçmeni Hasan Halil Bey berber dükkânı işletiyor. O zamanki adıyla “Perukar”. Hatta “Sıhhi Perukar Hasan Halil” başlığıyla bir de gazeteye ilan veriyor ve hijyene çok önem verdiğini vurgulayarak berber takımlarını her kullanımda “asidborik mahlûl” ile yani borik asit eriyiği ile yıkadığını söylüyor. Borik asit bugün için de etkili bir dezenfektan. Dünyanın en büyük boraks yatağının Eskişehir’in Seyitgazi ilçesi sınırları içinde bulunduğunu da hatırlatalım. Hasan Halil “abonelik” seçeneği de sunuyor müşterilerine. Ayrıca düğün ve hediyelik her çeşit lavanta da satılıyor dükkânında. 

Köprübaşı’nda gezerken bir yemek molası vermek istediğimizde “gayet idareli”, uygun fiyata “temiz ve nefis olarak yemekler pişiren” Şamlı Ali’nin Lokantası’na uğradık. Köprübaşı’ndan Hamamlara doğru, hemen Hamam Ağzı denilen yerdedir Şamlı Ali’nin Lokantası… Hamamlar mevkiine gelmişken Hafız Hamamı civarında Mösyö Barisak ve Davidavic’in açtıkları ziraat mağazasını da ziyaret ettik. Çiftçilerin ilgisini çekebilecek son model tarım aletleri ve makineler var burada. Ayrıca “her türlü sipariş kabul edilir”miş. Bir hilal çizerek Köprübaşı’na geri dönerken Kasap Aydınlızade Ahmet Efendi ve Malatyalı Mehmed Efendi’nin dükkânlarının önünde uzunca bir kuyruk görüyoruz. Meğer kuzu etinde büyük indirim varmış. 

Çarşının en mutena yerinde Hacı Mehmed Bey’in hanı var. Hanın köprüye nazır cephesinde Dimitri’nin dükkânının önünden geçip Köprübaşı’nda sıra sıra eczanelerinin olduğu noktaya ulaşıyoruz. Kirkor Efendi Eczanesi, Sucuyan Efendi Eczanesi... Benim dikkatimi en çok çeken ise Köprübaşı’nda Yeni Açılan Ecza Deposu. “İstanbul’da 50 seneden beri tesis edilmiş meşhur Kasabyan ecza deposunun Eskişehir şubesi”ymiş burası. İçeri girer girmez sabun, kolonya ve lavanta kokularının harmonisi karşılıyor bizi. Ardından bir renk cümbüşü ile gözlerimiz bayram ediyor. İlaçların yanı sıra maden suları, konyaklar, çikolatalar, iksirler, çay bisküvileri, lavantalar, sabunlar, kolonya suları, dünyanın en meşhur fabrikalarının taze peynir mayası, Norveç’in halis balık yağı… 
Köprü üstünde gezerken lokanta duvarına asılmış posta kutusu dikkatimizi çekiyor. Mektuplarını taa istasyondaki posta şubesine gitmeden buraya atıyor Köprübaşı sâkinleri. Köprünün en kalabalık günleri, şüphesiz millî bayramlar… Mızıkalar, bandolar, resm-i geçitler ve ardından halkın sel olup Köprübaşı’ndan Hükûmet binası ve Mekteb-i İdadinin bulunduğu alana (bugün Atatürk Lisesi civarına) doğru coşkulu yürüyüşü… Bayrağı temsilen kollarda kırmızı-beyaz kurdeleler… Törenin akşamında İttihat ve Terakki Kulübünde ayrı bir kutlama daha… 

Hakikat gazetesi sayfalarında Köprübaşı’nın izini sürerken “Emîr Han” imzalı bir yazı, bu fantastik dekoru ters yüz ediyor zihnimizde, günün en yoğun saatlerini şöyle betimliyor: “Köprünün kalabalığı oldukça ehemmiyetli olup bazen omuz omuza geçilebiliyor. Müşterisini bekleyen landonlardan, sebzevâtçı ve meyvecilerin yol ortalarına kadar çıkan hem dolu hem boş küfelerinden; tablacılar, fıstıkçılar, leblebiciler, lostracılardan gelip geçen atlılar arabalardan irkilerek bir kenara çekilmeli veya bir şey almak için meyvecilerin önünde meks ederek (bekleyerek) taze ve bayat, balık kokusundan burun deliklerini tıkamalı, taze ve çürük meyveleri seyretmeli.”  

“Bu kadar insanın bulunduğu, şehrin en kalabalık yerinin güvenliği nasıl sağlanıyor?” sorusu akıllara geliyor hâliyle. Üstelik gece hayatı bakımından da hareketli bir yer. Merkezde bulunan 200’den fazla meyhanenin çoğu, gazinolar, meşhur Zison’un Birahanesi burada. Basına yansıyan haberlerden en büyük asayiş sorununun aşırı alkol tüketimi olduğunu anlıyoruz. “Her gece sokak ortalarında binlerce naralar, feryatlar işitiliyor. Hatır ve hayale gelmeyen birçok vukuat zuhur ediyor.” diyen Hakikat gazetesi Eskişehir’e yeterli sayıda polis atanmadığından yakınıyor. Şehirde sadece 5 polis vardır ve 2’si sürekli Köprübaşı’ndadır. Ancak zor şartlara rağmen polislerin suçluları, zorbaları “pençe-i kanun”a teslim ettiklerinden de övgüyle bahsediyor. 

“Köprübaşı” dendi mi Eskişehir’de sadece bir köprü var sanılmasın. İçinden kaynayıp coşan sularıyla, dereleriyle, Porsuk çayıyla Eskişehir için köprü; kent mimarisinin vazgeçilmezlerindendir. Bugün adı da, zâtı da yitip gitti çoğunun. “Adliyeye gelen Yediler Köprüsü”, “Selhhâne Köprüsü”, “Odunpazarı’ndan Hakikat gazetesi matbaasına gelen köprü”, “Sarısu civarındaki İstanbul Köprüsü”… Mahalle aralarındaki köprüleri saymıyorum bile… Köprübaşı’nın farkı “Eskişehir’in en şerefli” yani en şöhretli, en rağbet gören yeri olması. Esasen “köprübaşı” sözlükte “önemli mevkii” anlamına da gelmektedir. 

“Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmindeki “Eşrefoğlu” karakteri gibi “şeref” deyince şimdi benim de aklıma bir şey geldi. Turşu değil yalnız! Meşhur bir söz: “Şerefü’l mekân bi’l mekîn.” Yani bir mekânın şerefi orada oturan iledir.