Herkesin konuştuğu ama kimsenin birbirini dinlemediği bir çağdayız. Herkes konuşuyor ama kimse kimseyi gerçek anlamda dinlemiyor. Herkesin bir fikri var ama kimsenin derdi anlamak değil veya birine yardımcı olmak birinin derdine derman olmak değil. Kimse kimsenin umrunda değil. Birisi bir şey söylüyor, diğeri daha cümlenin yarısında “ama ben…” diye giriyor. Kimse susup beklemiyor. Herkes cevap verme ve kendini gösterme hazırlığında. Konuşmak yarışa, tartışmak savaşa dönmüş durumda.

Eskiden biri bir şey anlatırken diğerleri dinlerdi. Herkes kendi fikrini “doğru” sanıyor. Sosyal medyada da öyle. Halk arasında “klavye delikanlıları” diye adlandırdığımız insanlar çoğalıyor. Yazıyoruz, paylaşıyoruz, yorum yapıyoruz ama aslında kendi sesimizi duymak istiyoruz. Karşımızdakininin ne hissettiğini kimse düşünmüyor.

Sokakta, işte, evde bile durum aynı. Bir tartışmada biri “haklısın” dese mesele bitecek ama demiyoruz. Çünkü haklı çıkmak, huzurlu olmaktan daha önemli hale geldi. Ne güzel demişler: “Konuşmak kolay, anlamak zor” biz her zaman kolayına kaçıyoruz.

Bazen tramvayda insanlara bakıyorum. Kimse kimseyle konuşmuyor ama herkes birilerine bir şey anlatıyor. Telefona, ekrana veya boşluğa…

Belki de asıl mesele şu: Biz artık birbirimizi değil, kendimizi dinliyoruz. Hatta çoğu kişi onu da yapmıyor.

Belki de gerçekten durup susmamız gerekiyor biraz. Çünkü bazen en doğru cümle, hiç kurulmamış olandır.