Cihan Yıldırım yazdı...
Eskişehir yerel siyasetini anlamak için önce bir gerçeği teslim etmek gerekir: Yılmaz Büyükerşen olgusu, Türkiye’de benzeri az görülen bir liderlik modelidir. Ülke genelinde oy oranı bindelik seviyelerde seyreden DSP ile Eskişehir’de Büyükşehir Belediyesi’ni yıllarca kazanabilmek sıradan bir siyasi başarı değildir. Bu tablo, onun gücünü partisinden değil tamamen kendi kişisel etkisinden aldığını açık bir şekilde gösterir.
Büyükerşen’in uzun yıllara yayılan kariyeri, yalnızca bir siyasi yürüyüş değil, aynı zamanda şehrin dönüşüm hikâyesidir. Üstelik bu dönüşüm için Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı beklememiş; yürüttüğü her görevde Eskişehir’in gelişimi için çalışmış, fikir üretmiş ve somut katkılar sağlamıştır. Dolayısıyla onun etkisi yalnızca görev yaptığı yıllarla sınırlı olmayıp, şehrin uzun vadeli gelişiminde belirleyici bir rol oynamıştır.
Bu süreçte adeta bir pergel gibi, sabit nokta her zaman kendi ayaklarının altıydı. Diğer ucu ise kimi zaman Türkiye’yi, kimi zaman da dünyayı dolaşarak Eskişehir’in adını ve vizyonunu temsil etti. O dönemde şehirde iktidarından muhalefetine, hangi partiden veya nereden olursa olsun birinin bir işi varsa yolu mutlaka Yılmaz Büyükerşen’den geçiyordu. Çünkü Eskişehir’in yükselişinin kaynağı doğrudan onun kişisel başarıları, projeleri ve duruşuydu.
Bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin Eskişehir’de taşları bir türlü yerine oturtamaması ise bu büyük figürün sahneden çekilmesiyle yakından ilgilidir. “Gitti” derken kastedilen yalnızca görevden ayrılması değildir; etkisinin, ağırlığının ve belirleyiciliğinin hem genel merkezde hem şehirde hem de Büyükşehir Belediyesi içinde artık kalmadığını görüyoruz. Bu boşluk bugün elbette doldurulmak istenmekte; kimi zaman Kazım Kurt kendini buna layık görüyor, kimi zaman ise Ayşe Ünlüce’nin danışmanları bu yönde bir algı oluşturmak istiyor.
Bütün bunlara rağmen CHP’nin Eskişehir’deki özgüveni oldukça yüksek. Parti, kimi aday gösterirse göstersin seçimi kazanabileceğini; hangi belediyeleri kaç meclis üyesiyle alacağını biliyor. Bu durum, partide siyaset yapmak isteyen aktörlerin kendisine güvenen, başarılı, parti kültürüne hâkim, örgütte emek sarf etmiş kişilerden oluşması gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor.
Tam burada temel bir soru karşımıza çıkıyor:
Siyasette gerçek güç nereden doğmalı?
Büyükerşen örneği çok net bir yanıt sunuyor: Gerçek siyasi güç; kişisel başarıdan, hizmetten, üretilen projelerden, toplumla kurulan güven ilişkisinden ve liderin karakterinden beslenir. Buna karşılık genel merkezdeki tanıdıklarla yakın olmak, milletvekilleriyle, Genel başkan yardımcılarıyla dirsek temasında bulunmak, delegeden destek toplamak ya da üyeleri belediyeye yerleştirmek gibi yöntemler siyasi zeminde kısa süreli avantajlar sağlayabilir; ancak bunlar kalıcı bir iktidar alanı yaratmaya yetmez. Çünkü gerçek güç, dışarıdan elde edilen destekle değil, kişinin bizzat ortaya koyduğu birikimle ve toplumun gözündeki karşılığıyla inşa edilir.
Siyaset, dostlukların ve düşmanlıkların hızla değişebildiği bir alandır. Eskiden “iki günde adam satarlar” denirdi; bugün bu süre iki dakikaya kadar düşmüş durumda. Böylesine oynak bir zeminde ayakta kalmanın tek yolu, gücü dışarıdan değil içeriden, yani kişinin kendi emeğinden, üretiminden ve toplumdaki karşılığından almasıdır.
Eskişehir siyaseti şimdi yeni bir döneme giriyor. Bu yeni dönem, kimin öne çıkacağını, kimin kalıcı olacağını ve şehri hangi vizyonun taşıyacağını yeniden belirleyecek. Kısacası, gelecekte pergelin iğnesi kimin ayağının altında olacaksa, o kişi bu gücü yalnızca kendi başarılarıyla, kendi emeğiyle hak ederek kazanacak.