Günümüzde teknolojik gelişmeler freni patlamış bir kamyon misali inanılmaz bir hızla ilerliyor. İlerliyor ilerlemesine; ancak biz bu hızın ne kadarına ihtiyaç duyuyor, ne kadarına yetişebiliyor ve gerçek anlamda ne kadarından fayda sağlayabiliyoruz? Örneğin yeni bir ürün alırken, bunu ne kadar ihtiyacımıza yönelik seçiyoruz? Aldığımız ürünün ne kadarını gerçekten kullanıyoruz? Üstelik daha ürünü tam olarak deneyimleyemeden yeni bir modeli çıkıyor. Peki neden her yeni model çıktığında “en güncelini almalıyım” hissine kapılıyoruz?
Aslında bu sorular, bir ürün satın almadan önce kendimize mutlaka sormamız gereken sorular. Bu sorgulamayı yaptığımızda, gerçekten neye ihtiyaç duyduğumuzu daha iyi anlayabilir; böylece hem tüketim israfının önüne geçebilir hem de maddi açıdan kendimizi rahatlatabiliriz.
Örneğin yeni bir telefon alacağımızı düşünelim. Hangi modeli alacağımıza neye göre karar vermeliyiz? Çoğumuz, “en son çıkan”, “en güncel” modelin bizi daha iyi hissettireceğini düşünerek otomatik bir şekilde ona yöneliyoruz. Oysa o modelin tüm özelliklerini gerçekten kullanacak mıyız? Hakkından gelebilecek miyiz? Üstelik biz o modeli satın alırken üretici firma, çok kısa bir süre içerisinde yalnızca ufak değişikliklerle bir yenisini çıkarmış oluyor ve biz bu döngüyü takip edemiyoruz.
Tam da bu noktada ihtiyaç duyduğumuz şey, isteklerimizi ve ihtiyaçlarımızı not alarak bilinçli bir tüketim yapmak.
Günlük kullanım alışkanlıklarımızı göz önünde bulundurduğumuzda aslında birçok özelliğin bize hitap etmediğini görebiliriz. Örneğin gün içinde çoğu zaman kapalı ya da normal ışıklı ortamlardaysak “ultra parlak ekran” bizim için gereksizdir. Ya da sürekli 8K video izleyebileceğimiz bir internet hızımız yoksa, 8K oynatabilen ultra yüksek çözünürlüklü bir ekran almak ne kadar mantıklıdır? Firmaların çoğu, halkın “en büyüğü en iyidir” algısını beslemek için mercimek tanesi kadar küçük sensörlere sahip kameralara “250 megapiksel” gibi iddialı etiketler koyuyor. Ancak bunun aslında pazarlama stratejisinden öteye geçmediğini fark ediyor muyuz?
Benzer durum kulaklıklarda da yaşanıyor. Yeni çıkan modeller, “uzay teknolojisi”, “stüdyo kalitesi”, “yapay zekâ destekli ses” gibi kulağa hoş gelen terimlerle tanıtılıyor. Oysa çoğumuz müzik dinlerken bu farkı anlayacak bir sistem kullanmıyor. Günlük kullanımda, çok daha uygun fiyatlı bir model bile işimizi fazlasıyla görebilirken biz yine en pahalı olana yöneliyoruz. Neden? Çünkü algılarımız, firmaların bilinçli bir şekilde oluşturduğu “yükseği al, iyileş” mesajıyla besleniyor.
Bu durum robot süpürgeler gibi ev teknolojilerinde de karşımıza çıkıyor. Bazı kullanıcılar, ev düzeni robot kullanımına hiç uygun olmadığı hâlde yalnızca popüler olduğu için bu cihazları satın alıyor. Sonuç? İlk haftalarda heyecanla çalışan robot, birkaç ay sonra şarj ünitesinin köşesinde toz toplamaya başlıyor. Çünkü ihtiyaç analizi yapılmadan alınmış bir ürün, kullanıcıyı uzun vadede tatmin etmiyor.
Aynı şekilde, son dönemde popüler hâle gelen saç şekillendiriciler, hem yüksek fiyatları hem de “sanki olmazsa olmazmış” gibi pazarlanmasıyla dikkat çekiyor. Bir teknoloji mağazasına girdiğinizde çalışanların bu ürünlerle demo yaptığını sürekli görürsünüz. Ancak sonuç olarak, temel prensipleri sıradan bir fön makinesinden çok da farklı değildir. Yine de insanlar, özellikle yeni evli çiftler, bu ürünleri alabilmek için borca girmekten çekinmiyor. Ek taksit, vade farkı gibi seçeneklerle zorlayıcı bir sürece rağmen ürünü satın alıyorlar. Peki bu ürünler ne kadar kullanılıyor? Çoğu zaman bir, iki veya en fazla üç kez… Ardından heves geçiyor ve tekrar alıştığımız pratik fön makinesine dönüyoruz.
Bu tabi ki “bu ürünleri hiç almayın” demek değil. Burada anlatmak istediğim; ihtiyaca yönelik alışveriş yapabilmek, sürü psikolojisine kapılmamak ve özellikle global markaların “siz en iyisine layıksınız” diyerek dayattığı tüketim algısının farkına varmak. Çünkü bu algı, ciddi bir israfa yol açıyor. Gereksiz tüketim; yalnızca cebimize değil, aynı zamanda dünyamıza da zarar veriyor.
O sebeple teknolojik gelişmeleri gerçekten takip etmek, edemiyorsak dahi yeni bir ürün alacağımız zaman muhakkak kısa bir mesai ayırıp internet üzerinden ürünün asıl kullanım amacını, özelliklerinin adını ve ne işe yaradığını, mümkünse reklam amacı olmayan gerçek kullanıcı deneyimlerini, tek bir ürün modeli yerine çeşitli alternatiflerini ve aklımızdaki ürünler arası karşılaştırma videoları gibi verileri toplarsak; bizim için en uygun olarak “dayatılanı” değil, gerçekten kendi görüşümüz doğrultusunda “kendimize en uygun” ürünü seçebiliriz.