Son yıllarda ortaya çıkan ve insanların karmaşık durumları çözmek ve rekabet koşullarında başarılı olabilmelerinde en etkili yöntemlerden birinin adının “Oyun Teorisi” olduğunu öğrenince, babamın “oynayacağına dersine çalış” sözleri geldi aklıma…

Belki de babam bu durumdan haberdar olsaydı, daha az ders çalışıp daha fazla oyun oynamama izin verebilirdi…

Bunun üzerine “Oyun Teorisi” ile “Bildiğimiz Oyun (fiziksel ya da zihinsel)” konusunu araştırdım…

Oyun teorisi, 1950'li yılların ilk yarısında önce felsefe, bilim ve politikada yaşanan karmaşık konuların çözümünde kullanılmaya başlamış…

Daha sonra ise iş ve ekonomi alanında giderek artan rekabet koşullarında kazanabilmek için karar vericiler nezdinde önemi daha da artmış…

Öyle ki; bu konu üzerine çalışan tam 14 matematikçinin Nobel Ödülü kazandığını söylemek teorinin önemini anlatmaya yeterli, olsa gerek…

Genel olarak “kaynakların kıt olduğu bir ortamda, paylaşım rekabeti içinde olan iki ya da daha fazla sayıda karar vericinin kendilerine en yüksek maddi ya da manevi getiriyi sağlamak için birbirlerine karşı kullanabilecekleri mümkün olan en akılcı stratejik seçeneklerin matematiksel ifadesi” olarak tanımlanmaktadır, Oyun Teorisi…

Buna göre bir ya da daha fazla kişi arasında rekabet iki şekilde sonuçlanabiliyor. Birinin kazandığı diğerinin/diğerlerinin kaybettiği ya da birlikte herkesin kazandığı ya da kaybettiği sonuçlar…

Birde çocukluğumuz/gençliğimizde oynadığımız oyunları, uzmanların nasıl değerlendirdiğine bakalım;

  • Oyunun nasıl gelişeceği ve nasıl sonuçlanacağı önceden belli olmadığı için katılımcılarına bir heyecan verir. Heyecanın devam etmesi ise güçleri denk olan katılımcılara ve onların stratejik düşünmelerini gerektirir.
  • Oyunlar kurulurken, genellikle, oyuncular arası beceri eşitsizliklerinin dengelenmesi söz konusudur.
  • Her oyunun önceden belirlenmiş kuralları ve zaman sınırı vardır. Kurallar oyunun düzenini, heyecanını ve gelişimini sağlar. Düzenden küçük sapmalar bile oyunu bozar, amaçları yok eder, oyunu değersizleştirir.
  • Oyunda, zorlama yoktur ve tercihe bağlıdır.
  • Oyun esnasında oyuncular farklı konumlar, sorumluluklar/roller üstlenebilirler ve konumlarına göre uygun stratejik karalar vermeye çalışırlar.

Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere oyun; “insanların yaşamı ve doğayı öğrenmekte yararlandığı, korkularından, rekabet ve sosyal çatışma, engel ve karmaşıklıkların üstesinden gelebilme yetisini kazanabildikleri ilk ve en önemli etkinlikler” olarak görülüyor.

O halde, bilim insanlarına Nobel Ödülü kazandıran Oyun Teorisi’nin temel prensiplerini, çocuklukta/gençlikte oynadığımız oyunlardan kazanabiliyoruz…

Bu yeteneklerimizi giderek nasıl kaybettiğimiz ise ünlü bir Soyoloji Profesörü olan Richard Sennett’ten öğrenelim;

Oyunların doğasında olan “stratejilerin, kuralların, göreneklerin, klişelerin, başarı duygusu ve heyecanın yetişkinlerin kültürel koşulları altında küçümsenmeye ve hor görülmeye başlamasıyla, çocukluklarda/gençlerde gelişen rol üstlenme, risk alma, stratejik düşünme ve karar verme yeteneği giderek kaybolabiliyor…

Son söz; Oyun, görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır… (Mevlana)