Yiğit Serhat Asan yazdı...

Bazı filmler vardır; insanın ilk izlediği andan itibaren kendinden bir şeyler bulup filme daha ilk dakikalardan bağlandığı, filmin içinde kaldığı ve daha sonra filmle arasında bir bağ kurup tekrar tekrar izlemek istediği. Evet, benim için tuhaftır ki uzun bir aradan sonra – ama cidden uzun bir ara; şöyle ki “Babam ve Oğlum”, “The Secret Life of Walter Mitty” gibi en az 10 sene öncesinin filmlerinden bu yana – sanıyorum ilk defa bir filmi bu denli benimsedim ve tekrar tekrar izleme isteği edindim. Şimdi gelin, çekimleri başladığı duyurulmasının ardından merakla beklenen, kısa bir süreç içerisinde çekilen ve vizyona girdiği gün itibarıyla gişe rekoru kırıp salonları fulleyen film “Yan Yana” hakkında biraz konuşalım.
– Bu arada gerçekten salonları dolduruyor. İki farklı günde iki farklı seansa girdim ve biri geç, biri erken saat olmasına rağmen salonda boş koltuk kalmamıştı. –

Öncelikle filmimiz; gerçek bir hikâyenin sinemayla buluştuğu, Fransız yapımı olan ve daha sonra birçok kere farklı ülkelerin sinema sektöründeki yapımcıları tarafından uyarlamaları çekilen 2011 yapımı “Can Dostum” filminin “Yan Yana” isimli Türk versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Başrollerinde usta oyuncu Haluk Bilginer ve son dönemde özellikle internet yapımlarıyla adını duyuran Feyyaz Yiğit’in bulunduğu filmin yönetmen koltuğunda ise Mert Baykal bulunuyor. Uyarlamamızın senaryo kısmını ise yine Feyyaz Yiğit, Mert Baykal ve Aziz Kedi üstlenmiş. Ortaya da sosyokültürel yapımıza hiç eğreti durmayan ve izleyen herkesin “ait hissedebileceği” kadar gerçekçi ve “bizden” bir senaryo çıkartmışlar. Şimdi biraz da konusunu konuşalım ve ardından filmimiz hakkındaki görüşlerime geçelim.

Filmimizin konusu şu şekilde:
Bir paraşüt atlayışında kaza geçirerek tamamen felç ve bakıma muhtaç kalan İstanbul beyefendisi imajlı Refik (Haluk Bilginer) ile sorumsuz, patavatsız ve sosyal anlamda bir arayış içinde olan sokak fedaisi Ferruh’un (Feyyaz Yiğit), Refiğe bakıcılık yapması için iş başvurusunda bulunmasıyla yolları kesişir. Bu iki zıt karakterin yollarının kesişmesi; birbirlerine hayatlarında hiç yaşamadıkları anları ve hisleri yaşatmaları sebebiyle kuvvetli bir dostluğa dönüşür. Refiğe hiç bu kadar dobra ve içten davranılmamıştır; Ferruh ise hayatı boyunca böyle büyük bir sorumluluk almamıştır.

İşte filmimizin konusu böyle. Şimdi gelin; duygusal ve teknik yönden biraz eleştirimizi yapalım.

Öncelikle başrol oyuncularımızdan Haluk Bilginer, oyunculuk alanındaki ustalığını her yapımda olduğu gibi burada da konuşturarak daha ilk dakikalardan karakterin yapısını zihnimize tanımlamamıza sebep olan bir performans ortaya koymuş diyebilirim. Açıkçası ben Haluk Bilginer’in hangi filmini izlersem izleyeyim; başka bazı oyuncularda olduğu gibi son oynadığı karakter ile aklıma gelmiyor, direkt olarak sanki o yeni filmindeki karakteriyle tanımışım gibi hissettiriyor ve bunu seviyorum. Feyyaz Yiğit’e gelecek olursam da burada biraz yediğim hakkı yerine koymam gerektiğini hissediyorum. Çünkü açıkçası Feyyaz Yiğit’in ortaya ilk çıktığı zamanlardan; yani 2008–2010 yıllarından bu yana takip eden birisi olarak, kendisinin ortaya çıkarttığı saf ve açık sözlü tiplemeyi “Feyyaz’ı”, oyuncu ve gerçek karakterinin arasında arafta kalmış biri olarak görüyordum. Uzun bir süre sektörde gözükmeyen Feyyaz Yiğit, “Ölümlü Dünya” filmindeki performansıyla tekrar gündeme gelmişti. Buradaki performansı ile ortaya çıkarttığı tiplemeyi daha sonrasında “Gibi” isimli internet dizisinde de görmüştük.

Feyyaz Yiğit’in bu tiplemesi bana her zaman “baştan sona okuduğu cümleyi bir de sondan başa okuyan; bazı yerlerde kelimelerini heceleyerek vurgu yapan ve olayın ciddiyetini kavratmaya çalışan; ilk duyumda kulağa tuhaf gelen olayları işleyen ve buradan bir durum komedisi çıkartarak, komik olan durumu çok da bir duygu katmadan doğrudan aktaran” bir karakter olarak gelmiştir. Bu sebeple özellikle “Gibi” isimli yapımında oyunculuğu konusunda beğenmediğim yönleri vardı. “Yan Yana”nın ilk tanıtımı yapıldığında ve başrol oyuncuları bildirildiğinde içimden “Haluk Bilginer’in yanına ne alaka ya?” dediğim Feyyaz Yiğit; ortaya çıkarttığı karakter tiplemesi ve bu tiplemeyi profesyonel oynamasıyla hiç eğreti durmayan, önceki projelerinden çok daha gelişmiş bir performans ortaya koymuş. Tıpkı Haluk Bilginer’de hissettiğim; her filmindeki farklı karakteri benimseme ve diğerlerine benzetmememi Feyyaz Yiğit’te de yaşamak, kendisine olan önyargılarımı kırdı.

Bununla birlikte uzun süredir bir amacın peşinde koştuğu ve bu sırada gelişimine yakından şahit olduğumuz bir oyuncumuzun böyle bir yapımda hem yapımı şahlandırması hem de bu yapımdaki performansıyla birlikte tıpkı başrol arkadaşı, üstad Haluk Bilginer gibi globale daha da yaklaştığı hissi beni çok keyiflendirdi.

Filmin genel yapısına bakacak olursak; filmin genel atmosferinin bir hissiyatı var ve bu hissiyat elbette ki sadece oyunculuk ile değil, onu destekleyen teknik anlamdaki başarıyla da gelmiş. Filmde kullanılan mekânlar, yardımcı oyuncular ve diğer karakterler, müzikler, çekim teknikleri, kurgu tipi ve özellikle renklendirmesi; oynanan hikâyeyi görsele aktarırken başarı elde edilmesine sebep olmuş ve karakterlerde hissettirdiği gibi ait hissettirmiş, yabancı değil.

Elbette ki özellikle son yıllarda teknolojinin ve yeni tekniklerin artması ve gelişmesiyle birlikte izlediğimiz çoğu proje Hollywood standartlarına yakın – hatta bence sollayanı bile var – yapımlar olması sebebiyle izlerken bu denli profesyonel bir görüntü olması (farklı çekim açılarının sinemamıza yansıması, özellikle renklendirme çalışmalarının daha da gelişmesi) alışık olmadığımız için görüntülere karşı bir yabancılık hissi verebiliyor diye düşünüyorum. Ben de “Yan Yana”yı izlerken özellikle ilk açılış sahnesinde bunu hissettim.

Burada da teknik bir durum beni rahatsız etti: Açılış sahnesindeki – ve daha sonraki sahnelerde de – spor arabanın yolda ilerlerkenki manevra hareketleri, hızı ve bu hıza oturtulan ses kısmını bağdaştıramadım ve o sahneleri tekrar izleyince “Bir şeyler tam oturmamış gibi…” diye düşündüm. Ama aman canım; bu denli başarılı bir yapımda takınılacak en son şeydir herhalde. Sadece akıcılığı biraz aksattı ama o da birkaç saniye…

Özetle: Yardımcı oyunculardan başrollere kadar herkesin hikâyeyi yaşadığı ve bu yaşamın çekildiği hissini vermesi; hikâyenin akıcılığı ve teknik yönden başarısı ile bu film her sinemaseverin mutlaka izlemesi gereken bir yapım olmuş. Kamera önü ve arkasındaki tüm ekibin ellerine sağlık. Vizyondan kalkmadan muhakkak izlemeniz dileğiyle…