Bir şeyin işlevini, görevini yerine getirememe durumu anlamına gelen “yetmezlik” sözcüğü, en çok tıbbi konular ifade edilirken kullanılmaktadır. 
Hatta, sözlüklerde, bu kelimenin cümle içinde kullanımına ilişkin verilen örneklerin çoğu da tıbbi konulara yöneliktir… 
“Kalp yetmezliğinden öldü" veya “Böbrek yetmezliği nedeniyle hastaneye kaldırıldı” vb. gibi… 
Ancak, insan sağlığını ilgilendiren yetmezlik durumu daha çok bireysel bir öneme sahipken, bazı yetmezlikler ise toplumsal anlamda bir öneme sahiptir.    
Bu kapsamda değerlendirebileceğimiz pek çok konu varken, belki de en önemlilerinin başında “soru sorma yetersizliği” gelmektedir… 
Hemen her konuda sorulan bir soruya yanlışta olsa “cevap verme yetmezliği” yaşamayan insanlar, nedense “Sorusu olan var mı?” Dediğinizde, “dut yemiş bülbül” kesiliyorlar… 
İlginç olan, insanlar yanlış cevap vermekten değil daha çok öğrenmek için soru sormaktan kaçınıyorlar…
Oysa, bir insanı, sorduğu sorulardan çok verdiği cevaplar zora sokabilmektedir… 
Günümüzde yüz yüze olmaktan çok sanal ortamda yaşanan sosyalleşmenin yarattığı yüksek iletişim düzeyinde de, aynı yetmezliği yaşıyoruz… 
Elbette bunda soru sorma odaklı değil, daha çok cevap verme odaklı olan eğitim sistemimizin de etkisi var.
Hoca dersi anlatır, bazı sorular sorar, öğrencilerin bir kısmı cevap verir… 
Ders bitiminde sorusu olan var mı? Diye sorar, Yanıt malum…
Bu durumu anlamak için bir üniversite hocası olarak deneysel bir sınav yaptım. Öğrencilerimi A ve B olmak üzere iki gruba ayırdım…
A grubundan sorduğum soruyu cevaplandırmalarını isterken, aynı sorunun sadece cevabını verdiğim B grubundan, bu cevaba en doğru ve güçlü soruyu sormalarını istedim.
Sonuç; A grubunda başarı oranı %80 olurken, B grubunda % 30 oldu…
Halbuki, hem kendimize hem de başkalarına soru sormak, düşünmeyi teşvik eden bir eylemdir. 
Çünkü, düşünme eylemi bir konu üzerinde sorular yöneltilmeye başladığı andan itibaren gerçekleşir. 
Bu nedenle, insanların zihinlerini daha etkin kullanabilmeleri için doğru soruları sormalarına ihtiyaç vardır.

Ünlü bilim insanı Albert Einstein’ın “Bir insanın zekası verdiği cevaplardan değil, soracağı sorulardan anlaşılır”  ve  “Cevapları olan değil, soruları olan insanları dinleyin” sözleri de, bu durumu çok güzel ifade etmektedir.
Zira, dikkatlice seçilmiş bir soru, bir düşüncenin sonuca dönüştürülmesinin en büyük yardımcısıdır. 
Bu sorma yetmezliği durumu belki de bir gazetecilik tekniği olan 5N1K yönteminden yararlanarak, yani “Neden?-Nasıl?-Ne?-Nerede?-Ne zaman? ve Kim?” ile ilgili soruları kendimize ya da başkalarına sorarak aşılabilir…
Çünkü, insanlık tarihi boyunca bizleri aydınlatan bilginler bile, bildikçe bilinmedikleri soruların arttığını ifade etmişlerdir...  
Görülüyor ki; sorgulayan bir toplum için Şirazi’nin çok bilinen ama hayata geçirmekte zorlandığımız “Bilseydi sorardı, bilmiyor ki sorsun. Sorsaydı bilirdi, sormuyor ki bilsin” sözünü daha fazla dikkate almak gerekiyor…