Son yıllarda farklı farklı insanların günlük yaşam tarzlarının ve ürün tercihlerinin giderek daha fazla aynılaşmaya başladığını görüyorum.

Sosyo-ekonomik nedenlerle aynılaşma olanaklarına sahip olmayanların da bu özlem içinde olduklarını söylemek, abartı olmasa gerek…

Günümüzde, bu durumun ifade etmek için genellikle “trend” ya da “moda” terimleri kullanılıyor.

Sözlük anlamlarına baktığımızda Trend; “pek çok insan tarafından ilgi çeken, beğenilen ve aynı zamanda yoğun olarak kullanılan bir konu ya da eşya” olarak ifade edilirken, Moda; “belirli bir süre için toplum yaşamına giren geçici yenilik veya bir şeye karşı toplumca gösterilen aşırı ya da yaygın düşkünlük” anlamına gelmektedir.

Peki, her şeyin az olduğu ya da farklı olduğu için değerli olduğu kabul edilen bir dünyada, insanların bu “aynılığın bolluğu” içinde yer alma çabaları nedendir?

Yanıt, ekonomik ve kültürel küreselleşme…

Dünyanın da sahip olduğu yuvarlanabilen bir geometrik şekil olan küreden köken alan küreselleşme; ekonomi, bilgi, teknoloji, siyaset, kültür, sosyal hayat ve bunun gibi birçok konuda toplumlar arasındaki etkileşme ve benzeşmelerin hızla yayılması ile “birilerinin istediği yönde yuvarlanmayı” ifade etmektedir.

Çünkü farklı kültürel özelliklere sahip dünya ülkelerinin her birinin yaşam tarzlarına, tercihlerine ya da zevklerine uygun mal ve hizmetleri üreterek pazarlamak çok zor ve kazançlı değildir.

O halde, farklı ülkelerin toplumsal kültürlerinin ve yaşam tarzlarının aynılaşmasını sağlamak çok daha büyük, karlı ve sürdürülebilir bir pazar yaratmanın en iyi yoludur.

Böylece tüm dünyada yaratılan ortak küresel kültür nedeniyle aynı içeceği içiyoruz, aynı hamburgerleri ve dondurmaları yiyoruz, aynı spor ayakkabılarını, kotları, gömlekleri giyiyoruz…

Aynı müzikleri, filmleri izliyoruz, aynı parfümleri sürünüp, aynı mekanlarda eğleniyor, aynı tarzda tatil programları yapıyoruz…

Giyim kuşam araç gereç derken, damak tadımız bile küreselleşti…

Bu mal ve hizmetlerin orijinallerine ulaşamayanlar ise çakmaları sayesinde aynılığın bolluğuna uyabilmenin mutluğunu yaşıyorlar…

Eskiden farklı olmak veya farklıklarıyla değerli olan insanlar, günümüzde hoşlarına gitse de gitmese de, bende de var, bende yedim, bende giydim ve bende gittim demek için “kendilerine özgü tercihlerini” yaşamak yerine, aynılığın bolluğu için yarışıyorlar.

Ölü Ozanlar Derneği adlı ünlü romanının yazarı Nancy H. Kleinbaum’un “Ormanın içinde kesişen iki yol vardı ve ben daha az ayak izi olan yolu seçtim, işte farklılık budur” sözü bu durumdan çıkışı kısaca özetliyor, sanırım…