Diğer canlılarla göre bebekler, insan türünün yapısı gereği, anne karnında gelişimlerini tamamlamadan doğarlar. Bir fil doğar doğmaz yürüme kabiliyetine sahipken, insanlar hayatta kalabilmek için bakım verene ihtiyaç duyarlar. Gelişimini tamamlayamayan bebeklerin beynindeki duygu, düşünce ve bellekten sorumlu alanlar da doğum sırasında gelişimini tamamlamamıştır. Bu nedenle; bebeğin hayatla ilişkisinin temelini atacak duygu ve düşüncelerin gelişimi açısından, anne (bakım veren) ve bebek arasındaki ilişki kalitesi önemlidir.
Bebek dünyaya geldiğinde annesinin memesini kendisinin bir parçasıymış gibi algılar. Anne bebeğin bir parçasıdır, ayrı bir varlık değildir. Zamanla annenin bebeğe meme vermesinin gecikmesi, altını biraz geç değiştirmesi gibi hayal kırıklıkları aracılığıyla, annesini kendisinden ayrı bir varlık olarak algılayamaya başlar. Bu küçük hayal kırıklıklarına rağmen anne, bebeğin temel ihtiyaçlarını giderebilir, çocuğa şefkat ve güven duygusu verebilirse temel güven duygusu gelişir ve bebek ruhsal olarak sağlıklı bir gelişim gösterebilir.
Güvenli bağlanma gelişimine olanak sağlamayan, soğuk, mesafeli, duygularını göstermeyen ebeveynlerle ya da kendi sorunlarına gömülüp bebeğini ihmal eden, sonrasında pişmanlık duyarak abartılı bir sevgi ve ilgi gösteren ebeveynlerle büyüyen bebeklerde, temel güven duygusunun gelişmesi pek mümkün değildir.Temel güven duygusuna sahip olmayan bireylerin aşka yükledikleri anlam da farklılaşabiliyor. Soğuk, mesafeli ebeveynlerle büyümüş bireyler, benzer bir yoksunluğu deneyimleyip acı çekmemek için, bir ilişki içine girmekten tamamen uzak kalabiliyorlar ya da ilişki içinde yüzeysel bir bağ kurarak kendilerini duygusal olarak koruma yoluna gidebiliyorlar.
Değişken ruhsal duruma sahip ebeveynlerle büyümüş bireyler ise, yetişkinlik dönemlerinde de birlikte oldukları insanları kaybedeceklerinden korktukları için kaygılı bir bağımlılık geliştirip, boyun eğici bir tutum içine girebiliyor ya da karşı tarafa tahakküm kurarak sevgiliyi bağımlı kılarak onu kendilerini terk edemez hale getirebiliyorlar.
Temel güven duygusu gelişmiş bireyler ise, aşk/ilişki içerisinde farklı bir evreye geçmeyi başarabiliyorlar. Bu evre dostluğun, iletişim kurmanın, birbirine destek olmanın yaşandığı evreye karşılık gelmektedir.
Bir ‘kültür endüstrisi’ ürünü olan ‘14 Şubat Sevgililer Günü’ kabaca duygularımızın ve arzularımızın sistemin içinde kontrol altına alınarak yönlendirilmesidir. Bu yazıyı bugün yazma amacım; yakın ilişkilerdeki işlevsel olmayan örüntülerin ve çocukluk çağından gelen sıkıntılı süreçlerin ilişki üzerindeki izdüşümlerini görmemizi sağlamaktır. Çocuklukta içimize işleyen duyguların bizi terk etmesi pek de kolay olmuyor, aile ile olan ilişkimiz bir ömür boyu bizimle kalabiliyor. Bağlanma ihtiyacımız zaman içerisinde ailemizden arkadaşlarımıza, arkadaşlarımızdan romantik partnerimize kadar evriliyor. Bu durum aileye olan bağlanma ihtiyacımızın sıfırlandığı anlamına gelmiyor elbette. Bebekliğimizden yetişkinliğe geçtiğimiz süreçte sevdiğimiz, önem verdiğimiz insanlara yakın olmak istiyoruz. Önem verdiğimiz insanların bizi görmelerini, anlamalarını ve bizi olduğumuz halimizle kabul etmelerini bekliyoruz. Çoğu zaman ailemizden farklı hissediyor ve davranıyor olabiliriz. ‘Bakım veren kişiye yakın mıyım?’, ‘Ailede olduğum gibi kabul ediliyor muyum?’ sorularını kendimize sorabiliriz. Olduğumuz gibi kabul edildiğimize inandığımız ailemizde, olduğumuz gibi kabul edilmediğimizi hissetmek bizi yalnızlaştırabiliyor. Bazen biz ailemize çok benzesek bile aile içerisinde reddedilme söz konusu olabiliyor. Ne yazık ki ihmal, duygusal şiddet bazen de fiziksel şiddete maruz kalabiliyoruz.
Duyguları yoğun bir şekilde yaşamamızın, öfke patlamalarımızın, duygusal taşkınlıklarımızın olmasının sebebi muhtemelen çocukluk dönemimizden gelen yoksunluklarımız ve duygusal ihmal hissettiğimiz durumlar olabilir. İlişkilerde karşılaşılan durumlar, temelde hissedilen değersizlik, güvensizlik, sıkışmışlık hislerini tetikleyebilir. Bağlanma eğilimleriniz; ilişkinize, hayatınıza negatif yansıyorsa, ilişkide belli duygusal yoksunluklara, kopukluklara neden oluyorsa çift/aile danışmanlığı alabilirsiniz. Çift terapisi aldığınızda, partneriniz sizi nasıl rahatlatabileceği, yakınlığını size daha etkili nasıl gösterebileceği, sizi nasıl daha iyi anlayabileceği gibi konularda alan bulmuş olacaktır. Ayrıca bahsettiğim konularda kendinizi geliştirme şansınız da olacaktır. Siz de aynı şekilde kendi duygularınızı partnerinizi itmeden, incitmeden nasıl ortaya koyabileceğinizi deneyimleyerek öğrenebilirsiniz.