Özlem Aydemir yazdı...
Her Mayıs ayında kutlanan Anneler Günü, sevginin, fedakârlığın ve şefkatin simgesi olan anneleri onurlandırmak amacıyla toplumsal belleğimizde yerini almış bir gündür. Ancak bu özel günün ardındaki anlamı sorgulamak, yalnızca bireysel ilişkilerde değil, toplumsal yapının daha geniş dinamiklerinde de anneliğin nasıl inşa edildiğini görmek açısından önemlidir. Çünkü annelik, yalnızca biyolojik bir gerçeklik değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolleri ve patriyarkal düzen tarafından şekillendirilen bir rol ve kimliktir.
Toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkeklere toplum tarafından atfedilen normlar, beklentiler ve sorumluluklar bütünüdür. Bu rollerin en köklü ve kalıcı olanlarından biri, kadının “doğal” olarak anne olmaya ve bakım emeğini üstlenmeye yatkın olduğu varsayımıdır. Bu varsayım, patriyarkal düzenin temel taşlarından biridir. Zira patriyarka, kadınları özel alana —yani eve ve bakım emeğine— hapsederken, erkeklere kamusal alanı —üretim, siyaset, karar mekanizmaları— bahşeder. Anneliğin kutsanması da bu düzenin sürdürülebilirliğini sağlamada kilit bir işlev görür.
Kadınlar annelikle özdeşleştirilirken, bu rol aynı zamanda “ideal kadınlık” kalıbının da merkezine yerleştirilir. Bir kadın için “iyi anne” olmak; kendinden vazgeçmeyi, çocuklarının ihtiyaçlarını kendi arzularının önünde tutmayı, duygusal emeği sürekli sunmayı ve neredeyse kutsal bir sabırla “fedakârlıkta” bulunmayı gerektirir. Bu beklenti, hem anneler üzerinde ağır bir psikolojik yük yaratır hem de kadın kimliğini yalnızca annelikle tanımlayarak diğer varoluş biçimlerini görünmez kılar.
Ne var ki, bu yapı hem sınıfsal hem de kültürel olarak eşitsizlikler içerir. Beyaz yaka bir kadının “annelik suçluluğu” ile boğuşurken, düşük gelirli kadınların maddi ve yapısal desteklerden yoksun biçimde çocuk büyütmek zorunda kalması aynı sistemin iki farklı yüzüdür. Kadınların bakım emeği görünmez kalmaya devam ederken, anneliğe dair yüceltilen temsiller gerçekte bu emeği romantize etmekten başka bir şey yapmaz.
Anneler Günü’nü yalnızca çiçeklerle, hediyelerle ya da duygusal mesajlarla değil; anneliğe yüklenen anlamları, annelik emeğini ve kadınların bu rol içinde nasıl konumlandırıldıklarını sorgulamak için de bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz. Bu, yalnızca annelerin değil, tüm kadınların toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde daha özgür bir kimlik inşası için gereklidir.
Dolayısıyla Anneler Günü, anneleri onurlandırırken aynı zamanda “annelik” rolünü biçimlendiren yapıları görünür kılmak, bakım emeğinin toplumsal sorumluluğunu yeniden tartışmak ve kadınların anne olsun ya da olmasın birer birey olarak var olma haklarını savunmak için politik bir hat da olabilir, olmalıdır.