Kafkasya’nın en eski halklarından biri olan Çerkesler, 19. yüzyılın başlarından itibaren ve özellikle tarihin en büyük sürgünleri arasında sayılan 21 Mayıs 1864 sürgünü/soykırımı dolayısıyla Osmanlı topraklarına göç etmişlerdir.
Gelip yerleştikleri topraklarda devlete yararı dokunacak işlerle meşgul oldukları, güzellikler ürettikleri bilimsel kaynaklarda da dile getirilmektedir. Çerkeslerin Anadolu’da yerleştirildikleri beldeler arasında Eskişehir de bulunmaktadır.
Görünen o ki Eskişehir’de de o güzelliklerden var. Görünen, diyorum çünkü sıcak bir günde sığınacak bir gölge ararken yaslandığım ve dönüp baktığımda 20. yüzyılın başlarından beri bekleyen sessiz bir tanığı keşfettim.
Bir Çerkes emirinin -musluğundan hayır aksın diye- yaptırdığı çeşmenin kitabesiydi bu. Musluğu sökülmüş, suyu kesilmiş, geriye bir kitabe kalmış mezar taşı gibi. Sezai Karakoç “sonsuzluğun mezar taşları” demişti onlar için ama ben kültür ve tarihimize ait kaybolmuş parçaların, değerlerimizin mezar taşları diyorum. Tahrip edilen sadece taş, mermer değildir çünkü. Onlar suyun “aziz” olduğu bir zihniyeti temsil eder. Oysa şimdi su ne azizdir ne de lezizdir. Plastik tatlıdır ve fiyatlıdır. Orhan Veli; siyasi baskıyı ve hayat pahalılığını ironik bir şekilde anlattığı “Bedava yaşıyoruz bedava” mısrasıyla akıllara kazınan şiirinde “Peynir ekmek değil ama / Acı su bedava” diyordu. Bugün yaşasaydı kim bilir daha neler neler derdi hiç çekinmeden. Ruhu şad olsun!
Halkın su ihtiyacını “bedava” karşılamakla kalmayıp su mimarisinin estetik değer taşıyan sanat eserleridir tarihî çeşmeler. Suya dair kültür hafızamızı tazeleyen söz konusu çeşme kitabesi de geçmişten geleceğe yüreğimize su serpiyor. Bizi ona götüren yolun başında ise bir yazı var, aslında her şey bir yazıyla başladı, diyebiliriz. 2018 Ağustos’unda Türk Edebiyatı dergisinde yayınlanan “Odunbazarın Çeşmeleri: İki Gözü İki Çeşme” başlıklı yazımda Odunpazarı tarihî çeşmelerini ele almış, hem geçmiş dönemin restorasyon hatalarından hem de onların günümüzde ihmal edilişinden bahsetmiştim.
Akabinde Odunpazarı Belediyesi Başkan Yardımcısı Figen Engin, bu hususta Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt yönetiminde mahalle çeşmelerine dair bir proje başlatacaklarını söyleyerek yardımcı olup olamayacağımı sordular. Elimdeki bilgileri, Türk Edebiyatı’nda yayınlanmak üzere çektiğim fotoğraflarla sundum. Proje kapsamında Odunpazarı Belediye yetkilileri ile âdeta “Odunpazarı kazan biz kepçe” sokak sokak yerinde inceleme çalışmaları yaptık. İşte bu çeşme; yerinde inceleme çalışmalarının başlangıcı olan 25 Mayıs 2021 tarihinde Eskişehir Valiliği ve Odunpazarı Belediyesi temsilcilerinin de bulunduğu kalabalık bir grubun şahitliğinde keşfedildi. “Keşif” dememin nedeni ise konuya dair yapılmış bilimsel çalışmalarda çeşmeden bahsedilmeyişi… 2017 Nisan’ında Türk Tarih Kurumunun II. Uluslararası Anadolu Uygarlıkları Sempozyumu’nda bir öğrencimle Eskişehir Odunpazarı Kentsel Sit Alanı’nda tespit ettiğimiz 20 çeşmeye dair bir bildiri sunduk. Öğrencimle yaptığımız çalışmanın ana kaynaklarından biri ise 18 çeşmenin yer aldığı, Erol Altınsapan Hocamızın bir makalesidir. Ancak bu çalışmaların hiçbirinde bu çeşme yok. Belki öncesinde dikkatimden kaçmıştır diye konuyla ilgili yeniden literatür taraması yaptım. 2017 Kasım’ında Prof. Dr. Erol Altınsapan ve Ali Gerengi hocalarımızın hakemli bir dergide ortak yazarlı olarak yayınlanan makalelerini gördüm.
Burada ele alınan 20 çeşme arasında da bu çeşme yoktu. “Kırmızılar Hareketi” edebiyat topluluğunun yayın organı Edebiyat Dünyamız sitesinde yer alan “Tarih Gezgini” köşemde 19 Ekim 2021 tarihinde yayınlanan “Merhaba Çerkez Çeşmesi!” başlıklı yazımla tarihe bir not düştük böylelikle. Merhabası bizden; ağırlaması ise Çerkes kültürü, tarihi, Çerkes sülale armaları (damgaları) üzerine çalışan araştırmacılar; sanat tarihçileri gibi bilim dünyasından kimseler olsun, dedik. Keza bu çeşmenin birçok alan ve disiplinle ilgili tamamlayıcı bilgiler sunacağı kesindir. Şehrimiz açısından ise kitabesi okunabilen tarihî çeşme bulabilmek beni ayrıca heyecanlandırmıştı. Zira Odunpazarı çeşme kitabelerinin tamamına yakını maalesef -okunamayacak derecede- tahrip olmuştur.
Kitabede ne yazıyor, şimdi ona gelelim. “Merhaba Çerkez Çeşmesi!” adlı yazımda da belirttiğim gibi en üstünde, yarım daire içine alınmış bölümde, bazı tarihî çeşmelerde rastlanan “Maşallahü kâne” duası yazıyor. Bu ifade “Allah dileyince her şey olur” manasına gelse de Hz. Peygamber’in sünnet-i seniyyesinde hoşa giden bir şeyin görülmesi hâlinde, okunan bir duanın içinde yer alır ve -ister Türkçe ister Çerkesçe- hangi dili konuşursa konuşsun bu söz bütün Müslümanların ortak duası, âdeta parolasıdır. Altındaki satırda her hayrın başı olan “Besmele-i Şerif” var. Diğer iki satırda da peş peşe Kur’an-ı Kerim’den alıntılar yer almaktadır. İlki “Fallahu hayrun hâfıza ve huve erhamur rahimîn.” Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir; manasına gelen bu cümle Yusuf Suresi’nin 64. ayetinde yer almaktadır. Bir alt satırda da Enbiya Suresi 30. ayetle göz göze geliyoruz: “Vece’alnâ min-el mâi-kulle şey-in hayy(in)”. Yani “Hayatı olan her şeyi sudan yarattık.” Bir çeşme kitabesinde bulunabilecek en isabetli hakikat, su gibi akan satırlara nakşedilmişti. Çerçeve içine alınmış satırların sonuncusundan da hayır sahibinin köklü bir aileye mensup bir Çerkes emîri olduğunu öğreniyoruz.
Kitabenin en altında “Sene 1321” (Miladi 1903) şeklinde kaydedilmiş yapılış tarihinin sağ ve solunda yer alan ve birbirinin aynı, iki işaret dikkatimizi çekiyor. Bir süslemeden ziyade sülale armasına benziyor. Nitekim Çerkeslerde her sülalenin bir arması (damgası) var, hatta bunların kataloglarının bulunduğu internet sitelerine de ulaşmak mümkün. Yaptığımız kaynak taramasında Çerkeslerin sembollerle tarih yazdığı; damgaların kimlik, tarihsel süreç ve hafıza açısından önemli olduğu; sülalenin sembolü olmasının yanı sıra zamanla sülale için mülkiyetin sahipliğinin göstergeleri sayıldığı belirtilmektedir.
Hayır sahibinin “kâdîm ümerâ-yı Çerâkise’den” oluşu, farklılıkların huzur ve ahenkle bütünleştiği güzel Eskişehir’imizin eksik parçalarından birini tamamlayacaktır. Ümerâ kelimesi “emirler, beyler” anlamına geldiği gibi aynı zamanda askerî bir terim olarak kullanılmaktadır. Eskiden binbaşı, yarbay, albay rütbelerinde bulunan fermanlı subaylara denirmiş. “Ümerâ-yı Çerâkise” tamlaması ise Çerkes tarihine yönelik çalışmalarda genellikle “Çerkes beyleri, ileri gelenleri” manasıyla karşımıza çıkmaktadır. Bir örnek verelim: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün yayınladığı “Kadastro Mekteb-i Âlîsi” adlı kitapta mektebe kaydolan öğrencilerden biri hakkında “Ümerâ-yı Çerâkise'den Ali Bey’in mahdumu” yazmaktadır. “Kadastro Mekteb-i Âlîsi” ise 1911’de ilk öğrenci kaydını gerçekleştiren bir meslek okuludur. Yine Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün 2012’de yayınladığı “Osmanlı Belgelerinde Kafkas Göçleri” adlı kitaptaki belgeleri incelediğimizde “muhâcirîn-i Çerâkise” (Çerkes göçmenler), “akvâm-ı Çerâkise” (Çerkes kavimleri), “ahali-yi Çerâkise” (Çerkes halkı) gibi tamlamaların yanı sıra kişileri tanıtırken “İşbu arzuhalde Çerâkise’den Mustafa ve Hacı Hüseyin ve Afah Yakub nâm kimesneler”, “Kabartay Kabilesi Ümerâsından Enenevirzâde Talustan” gibi ifadelerle sosyal statünün belirtildiği göze çarpmaktadır.
Bahsi geçen çeşme kitabesinde ise hayır sahibinin kimliğinin açıklandığı son satırda “Sahibi kadîm ümerâ-yı Çerâkise’den Avhzâde Mecd” yazıyor. Burada “kadîm” kelimesi Çerkeslerin kadîm, eski bir halk olduğunu hatıra getirirken hayır sahibinin de köklü bir aileye mensubiyetini ifade etmektedir. Çerkes emirinin adının okunuşuna dair ulaşabildiğim akademisyenlere ve Çerkes arkadaşlarıma da danıştım. Farklı geri bildirimler aldığımdan okunuşun şimdilik bu şekilde kalmasında karar kıldım. Konuya dair araştırma yapacak, alanının uzmanı değerli akademisyenlerin, araştırmacıların sunacakları değerli katkılar ve yapılacak düzeltmeler şüphesiz hakikatin arayıcıları olan bizleri en doğruya ulaştıracaktır.