Hacım, senin kadar olmasa da epey insan tanıdım ben de. 
Kimisi boynu bükük, kimisinin burnu havaya tasmalı. İnsanlar tanıdım, tevazu hâl olmuş. İnsanlar tanıdım, dilinde tevazu ancak kibrin kürsüsünde erdem lâl olmuş. Kimisi geceleri bulanmış Kurşunlu Külliyesi’nin ardındaki sokaklarda kokan soba dumanına. Kimisi otogarda bırakmış çocukluğunu. Ağlamış bir çocuk. Ağlamış da ne olmuş? 
İnsanlar tanıdım. 
Bir vakit cep telefonu henüz annesinin karnında bile yokken, saat ikide Esnaf Sarayı’nın önünde buluştuğumuz. Sonra insanlar tanıdım, twitter’da siyasetçilik oynayıp gezerken koca şehir susuz kaldığımız. Trenlerle raylara şiir yazarken, Eskişehir’de üniversite okuyup yurtta kalan gençlerin günübirlik İstanbul gezilerini gördüm. Bir anne gördüm sonra otogarda ağlayan. Bir çocuk gördüm, ıssız bir trenin son vagonunda erbain bir geceye kaçan. İnsanlar gördüm, şimdi Bursa’da bir tuvaletin en üst düzey temizlikçisi, bekçisi, görevlisi… ve gördüm ki elindeki bir dilim elmada dalıp uzaklara, Şam’da üniversitedeki odasını hatırlayıp iç geçiren… 
İnsanlar sonra… Kibir maskesini elden ele kapışan, tozlu raflarda unuttuğu iç havzasını en büyük erozyonlarda uzaklara kaptıran…
Şehrin hikâyelerinde kendisini ararken, Meracel Bahreyn (iki denizin karşılaşması) gibi karşılaşıp da karışmayan… Aynı tramvayda seyrederken aniden inerek Atatürk Lisesi durağında, Odunpazarı’nda bir ıssız evde çerçevelere sinen gözyaşları gördüm. 
Sert meydanlarda verdim cenklerimi. Bir elimde bez çanta, içinde kalem ve kağıt. Diğer elimde yarım bir kuru simit. Aylıklı çalışan emekçilerin rollerini çalmak için değil yaptığım inan. Ne zaman kuru simit görsem hatrıma gelen rahmetli babama vefam… Ve bu yüzden belki Cemil Meriç misal, bu davaya platonikti sevdam… 
Ve sisli bir köprünün en başında, eski otogardan ardı ardına çıkan otobüsler, gözlerim seni aradı. Hacım sen neden geç kaldın, ne çabuk böyle değiştin? O çocuk halen ağlıyor ve kim bilir bizi bekliyor. Ayakkabıcılar çarşısında hani. Sıcak sulardan gelen dar aranın hemen başında. Söz hacım, bir numara büyük alırız seneye de giyer. Bir daha da en az iki yıl seni rahatsız etmeyiz. Ancak şundan büyük şiir görmedim hacım, bundan büyük şiir görmedim: “Allah razı olsun Arslan abi.”
Hacım, geç kalma. Yorgun olsan da gel. Çamlıca Karanfiller’deki Bahçeli Kahve’nin ayaz kıran sıcaklığı ile gel… Odunpazarı’nda çeşme sırasında bekliyorum Karapınar’da. Basma’dan emekli olan Hacı Ağabey’in oğlu da gelecek. Şu duvarların dili olsa da konuşsa diyor bak şurada bir hacı teyze. Onun yarım asırlık acıları hatrına gel. Atatürk Lisesi’nin pansiyonunda ranzalara yazılan şiirler duruyor bak, en son dört bayram önce kabrini ziyaret ettiğimiz Tatar Bey’in hatrına gel. Hani hamamda sıcaktan bunalıp da kızıp çıkan ve soluğu Göl Kıraathanesi’nde alan demokrat amcanın hatrına gel… Ve bak lütfen, Sivrihisar Caddesi’nde 17 Ağustos gecesi yitirdiğimiz canların aziz hatırası için gel… 
Sen unutma hacım, Alaaddin Camii’nde öğlen namazı, Yalaman’da ikindi sonrası helâl edilen haklar hatrına da gel… 
Senin kadar olmasa da ben de insanlar tanıdım hacım. 
Kitaplar sığmaz anlatmaya belki ya da bir kelime ile anlatıverecekken cahillikten durur kalır o çıkmaz sokakta cümleler. Ve çıkmaz sokaklarda, en çok da çocuklar ürker…