Bir önceki yazımızda ; yaşadığımız son deprem felaketindeki kayıpların bu boyutlara ulaşmasında ve aynı bölgede binaların bir kısmının tamamen yıkılmasına rağmen bir kısmında hiç hasar çıkmaması karşısında sorunun ; bu kez yasal mevzuattan değil uygulamadan kaynaklandığı yönünde tespitte bulunmuştuk. Bizi bu tespite ulaştıran ayrıntıları ise ; bu yazımızda anlatmaya çalışacağız.

İnşaatı yaptıracak olan yüklenici / müteahhit ; önce belediyeye başvurarak yapıyı oluşturabilmek için bir “ İmar Durum Belgesi” alıyor. Burada kendisine tanınan ölçüler dahilinde bir inşaat projesi hazırlanıyor ve 2000 yılında getirilen bir düzenleme ile binanın zemine uygunluğunun belirlendiği “ zemin etüdü “ yaptırılıyor. Proje aşamasına geçilirken 99 körfez depreminden sonra getirilen 2001 tarihli “ Yapı Denetim Kanunu “ dahilinde bir denetim şirketinin de belirlenmesi gerekiyor. Bu denetim şirketi maalesef 2019 tarihine kadar yapı müteahhidi tarafından belirlenebiliyor iken bu tarihteki değişiklik ile getirilen havuz sisteminde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından belirleniyor. Belirlenen denetim firması ; kendi teknik ekip ve mühendisleri aracılığı ile yapı projesinin mevzuata uygunluğunu yapının her aşamasında denetleyerek ,  inşaat ruhsatının alınmasına uygunluk raporu veriyor.

Belediyelerin imar müdürlüklerine bağlı teknik ekipleri ; müteahhit tarafından verilen mimari , statik , elektrik, mekanik ve zemin etüt raporlarını inceleyerek , bağımsız denetim firmasının da onayının alınması ile inşaat ruhsatı veriliyor. Bu ruhsat alımı ile yüklenici / müteahhit yapıya başlıyor ancak denetim firmasının belirtilen teknik ekipleri inşaatın her aşamasını denetleyip , inceleyerek  ; belediyeye bir rapor sunuyor. Mevzuata bir aykırılık yok ise; belediyenin “Yapı Kullanım İzin Belgesi” / “İskan Ruhsatı” vermesi ile  tamamlanan yapılar kullanıma açılıyor.

Görüldüğü gibi körfez depreminin çok ağır sonuçları ile 1999 öncesinde ülkemizdeki yapılarda etkin bir denetim mekanizmasının olmadığının anlaşılması ile yapılardaki denetim sıkıntısını giderebilmek amacı ile çok önemli yasal değişikliklere gidiliyor. Önce ; 2 Eylül 1999 tarihinde inşaat projesi hazırlanırken , “jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu”nun da diğer projelerle birlikte hazırlanma zorunluluğu geliyor. Bu değişikliğin hemen sonrasında yapı denetiminde ; öncesinde geçerli olduğu hali ile sadece belediyeler aracılığı ile değil , inşaat sürecinin her aşamasında teknik düzeyde uzmanlığı olan özel firmaların da devreye sokulması düşüncesi ile bir binaya iskan ruhsatı düzenlenebilmesini inşaatın her aşamasını izleyip denetleyen bu alandaki uzman bir firmanın onayına bağlayan 2001 tarihli  ; “ Yapı Denetim Kanunu “ yürürlüğe giriyor. Bu yasal değişiklikler ile belirtilen sistem sonucu ;  hem belediye  , hem de yapı denetim şirketlerinin birlikte ve etkin bir şekilde inşaatları inceleyerek gerekli denetimleri sağlaması ve ancak uygundur raporlarının tamamlanması ile iskan / oturuma izin verilebildiği bir yasal alt yapı sistemi oluşturulmuştur. 

Belirtilen bu sisteme rağmen yaşadığımız son deprem felaketinde bu boyutta bir yıkım ve kayıp nasıl oluşabiliyor sorusuna verilecek en basit yanıt ise ; 2001 TARİHİNDEN SONRA YAPILAN YAPILARDA BELİRTİLEN TÜM BU AŞAMALARDAKİ KURAL İHLALLERİNDE ( Ayıplı  yada eksik malzeme kullanılması , proje ve zemin etütlerinin eksikliği  , yerinde ve etkin inceleme yapılmaması , yapı denetim kanununa zaman içerisinde getirilen istisnalar ile belirli yapıların muaf tutulması..vs.) DENETİMİN SAĞLANMAMASI YADA GÖZ YUMULMASIDIR. Ayrıca ; projelerine uygunluğu tamamlanamayan yapılara belirli bir para cezası karşılığında “ Yapı Kayıt Belgesi “ verilmesi şeklinde oluşan “ İMAR BARIŞININ “ da önemli bir sebep olarak değerlendirilmesi gerektiği de açıktır.