Bugün ne kadar mutlusun böyle? Ne kadar çok gülüyorsun ve beni rahatsız ediyorsun. Odana git ve gülmen bitince öyle gel! Bu sözler hiç kimseye tanıdık gelmiyor. Hiç kimse mutlu olduğu için çocuğundan rahatsız olmuyor, gülümsemesine tahammül edememezlik sergilemiyor. Buradaki duygu mutluluk… Herkes çocuğunu mutluluk duygusu ile tamamen kabul ediyor ve benimsiyor. Bugün ne kadar da mızmızsın böyle? Ne kadar çok ağlıyorsun, kafamı şişirdin. Odana git ve ağlaman bitince öyle gel!

Bu sözler nerdeyse herkese tanıdık geliyor. Buradaki çocuğa hakim duygu öfke, üzüntü ya da hayal kırıklığı... Ancak bu çocuk içine girdiği bu duygularla kabul edilmiyor, adeta reddediliyor. Anne ve babalar olarak gösterdiğimiz bu tutum dile gelseydi ve cümlesel karşılığı olsa idi şüphesiz ki şöyle olurdu; seni sadece olumlu duyguların ve davranışların içerisinde iken kabul ediyor, seviyor ve onaylıyorum. Olumsuz duygular sana hakim olduğunda seni sevmiyor ve kabul etmiyorum.

Oysa insan tüm duyguları ile bir bütündür. Tüm duyguları yaşamaktır insanca olan. Ancak bu duygulardan olumsuz olanları ve iyi regüle edilemediğinde insanın ruh ve beden sağlığına zarar verecek olanları kontrol edebilmeyi ve işlevsel hale getirebilmeyi öğrenmektir esas olan. Öfke ve hayal kırıklığı seline kapılmış, duygularını işlevsel ifade edebilmek yerine, yıkıcı davranışlarla ifade eden çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu şey, çocuğun bu durumu karşısında kendi öfke duygusunu regüle edebilen bir ebeveyndir.

Oysa bu durum karşısında tahammül seviyesi düşük, kendi öfkesini ve hayal kırıklığını kontrol edemeyerek reddedici tutum sergileyen bir ebeveyn çocuk için sadece güven kırıcıdır. Zira kendisine bu yolda doğru rotayı gösterebilecek bir kaynaktan yoksundur. Şüphesiz ki öfkenin insan fizyolojisinde (kalp hızının atışı, mide krampları, el kol uyuşması vb.) yarattığı semptomlar çocuk için zaten yabancı ve başlı başına korkutucudur. Hal böyle iken bir de reddedilip kendi odasında bu duygular ve korku ile baş başa kalan çocuk benliği içten içe öfke ile dolmaya devam edecektir ve eninde sonunda baskı altında kalan bu benlik ilk bulduğu fırsatta bu öfkeyi yeni bir kriz olarak kusacaktır. Ebeveynler ise bu kısır döngünün sebebini aramakla meşgul olurken, çaresizlikle kıvranacaktır. Çocukları tüm duyguları ile benimsemek, onları koşulsuz sevmek ve kabul etmek, duygularını nasıl regüle edeceğine davranışları ile örnek olarak çok daha huzurlu bir ebeveyn-çocuk ilişkisine sahip olacaklardır.