Yazı: Oğuzhan Murat Öztürk

“Biz o zamanlar 12- 13 yaşlarında idik. Bir arkadaşla güreşin yapılacağı Harman yeri denilen spor sahasına gittik, Ortaya bir minder veya sadece çadır bezi gibi bir şey serilmişti. Bunun etrafını son derece kesif bir kalabalık çevirmişti. Cüssemizin küçüklüğünden ve çocukluğumuzdan istifade ederek en öne kadar süzüldüğümüzü hatırlıyorum. Rus pehlivanı geldi. Boyu iki metreye yakın. Yüz yirmi beş kilo ve yirmi beş yaşında. Kızılcıklı oğullarından biri yanında olduğu halde göründü. O zamanlar 50-55 yaşlarında vardı sanırım. Minderin bir kenarında soyunmaya başladı. Temiz çamaşırlarını, beyaz yün çoraplarını çıkardı. Boynu ve yüzü yanık, buruşukça olduğu halde, beyaz, düzgün, genç ve iddiasız bir vücudü vardı. Mayosu vişneçürüğü renginde idi. Koca Rus’un yanında çok küçük kalıyordu.

Güreş başlamadan üzüntüsü yüreklere çökmüştü, Kızılcıklı muhakkak yenilecekti. Hem de bir Rus’a, Rus kendine çok güveniyordu. Kızılcıklı’yı hırpalamağa başladı. Kızılcıklı çok ihtiyatlı. Adeta, Rus’un neresini tutarsa, mengene gibi bir müddet sıktıktan sonra, bırakıyor. Rus çok atılgan, Kızılcıklı’nın kafasını kaptı. Koltuğu altında var kuvvetiyle sıkıyor. Kızılcıklı’nın kan beynine hücum etti, Kafası kıpkırmızı kesildi. Damarları şişti. Fakat kurtuldu. Bir aralık Kızılcıklı altta bulunuyordu. Yere çömelmiş ve öne eğilmiş bir vaziyette idi. Rus arkadan Kızılcıklı’nın üzerine abanmış, bastırıyor. Rus’un burnu Kızılcıklı’nın ensesinde. Kızılcıklı elleri ile yere dayanarak Rus’un baskısını karşılıyor.

İşte Türk böyledir

Bu sırada çok âni bir hareket oldu. Kızılcıklı ellerini yerden ayırıp Rus’un ensesinde kilitledi. Bir taraftan da kendi sağrısını yukarı kaldırarak Rus’un kafasını aşağı çekti ve üstünden aşırarak sırtını yere vurdu. Hemen sıkı sıkıya bastırmıya başladı. Rus neye uğradığını şaşırmış çabalıyor, Kızılcıklı zaptetmeğe çalışıyor. Çok şükür, hâkem düdüğü çaldı. Halk şapkalarını havaya fırlatarak birbirine sarılıyor. Kızılcıklı giyinmeden sırtına bir şey alarak faytona binmiş, dört beş arkadaşı ile sahadan ayrılıyor. Rus, etrafındaki bir kaç meraklının acıyan bakışları atlında, derin bir hüzünle giyinmiye çalışıyor. İşte Türk böyledir. Göğüslerimiz gururla kabararak Türk gücünün ve Kızılcıklı’nın hayranları arasına katılıyoruz.” Meşhur güreş yazarı Celal Davut Arıbal’a Eskişehir’den yazan yüksek mühendis Talat Kocabay’ın 1949 tarihli mektubu bu şekilde bitiyor. Eskişehir’de hınca hınç dolu tribünler denince akla futbol geliyor şüphesiz ama bu güzel şehirde güreşin de o şekilde seyredildiğini öğrenmek insana bir hayli ilginç geliyor.

Zeki ve keskin bakışlı idi

Peki 50’li yaşlarında yarı yaşında güreşçilerle boy ölçüşmekten imtina etmeyen tabir yerindeyse gözünü budaktan sakınmayan Kızılcıklı Mahmut’un; bu muhteris yaşlı kurdun, pehlivan yatağı Deliorman’ın Silistire iline bağlı Kızılcık köyünde başlayıp Avrupa’ya, Amerika’ya uzanan ve Eskişehir’de nihayet bulan trajik yaşam serüveni ne şekilde gerçekleşmişti? Yazdığı pehlivan tefrikalarıyla yağlı güreşin sevilmesinde inkâr edilemez katkıları olan ayrıca on yıllarca sürecek bir gazetecilik geleneğinin ilk mümessillerinden olan Sami Karayel sonraları Amerika ve Avrupa’ya gitmesine ön ayak olduğu Kızılcıklı’yı şu kelimelerle tasvir etmişti: “Kızılcıklı, uzun boylu, karayağız, adaleli ense kulak yerinde, sert ve kavi pençeli bir gençti. Kızılcıklı Mahmut, Sultan Hamid devrinin son başpehlivanlarından Meşrutiyet devrinin tanınmış başlarından idi. Kızılcıklı, yapısı itibariyle tam bir pehlivandı. Tetik, çevik olduğu hal ve etvarından belli idi. Yağsız, adaleli bir vücuda malikti. Zeki ve keskin bakışlı idi. Sözü sohbeti yerinde idi. Yani tam bir pehlivan edasına ve çalımına malikti.”

Silistre ilinin Kızılcık köyünde

Karayel’in enfes üslubuyla meth ettiği Mahmut, bugün Bulgaristan sınırları içerisinde yer alan Silistre ilinin Kızılcık köyünde 17. Yüzyılda Konya’dan buraya göçenlerin oluşturduğu Göçenler mahallesinde 1880 yılında dünyaya geldi. Meşhur spor tarihçisi Âtıf Kahraman’ın naklettiğine göre babası İstanbul’da Süleymaniye medresesinde 15 yıl boyunca öğrenim görmüş Hacı Salih efendidir. Her Rumelili gibi genç Mahmut da güreşe tutkundur. Köyün yemyeşil çayırlarında kendisi gibi pehlivan olma ateşiyle tutuşan delikanlılarla kıran kırana güreşler tutmaktadır. Mahmut’taki istidadı fark eden Adil pehlivan delikanlıyı yanına çırak olarak alacak ve genç pehlivan 17 yaşında kispet giyinecektir. Çayırlarda fırtına gibi esmeye başlayan genç Mahmut 20 yaşına geldiğinde gözüne başpehlivanları kestirmeye başlamıştır. Alt boylarda rakiplerini kolaylıkla mağlup eden Kızılcıklı, meşhur Koca Yusuf’un çırağı olarak nam yapmış Eriklili Küçük Yusuf’un ardına düşmüş ve bir düğün güreşinde nihayet yakalamıştır. 34 yaşında pehlivanlığının zirvesinde bulunan Küçük Yusuf, başa çıkmanın heyecanıyla karşısına dikilen 20’lik delikanlıyı anasından doğduğuna pişman etmiş, müsabakanın bir kazananı olmasa da Mahmut köyüne bitkin bir şekilde dönmüştür. Araştırma ve yazılarında pehlivan tefrikası yazarlarının sıklıkla başvurduğu abartı ve gerçek dışı anlatımlara asla başvurmayan bir spor tarihçisi olmasıyla bilinen Âtıf Kahraman’ın anlattığına göre Kızılcıklı ancak iri bir koç kesilip sıcak dersinin içine konularak iki-üç günde kendisine gelebilmişti. Bu ölümüne güreşin rövanşı on yıllar sonra yapılacak, bir ibret vesikası olarak Türk güreş tarihine geçecektir.

Kızılcıklı’nın karşısına rakip olarak dikilivermiştir

Küçük Yusuf’la güreşmek Mahmut’un ayaklarının yere basmasını sağlamış olmalıdır. Kızılcıklı aynı sene içerisinde dönemin namdar pehlivanlarından biri olarak anılan Madaralı Ahmet’le güreşip yenmiş ve Madaralı Ahmet bu güreşte pehlivanlığını iyiden iyiye göstermiş Mahmut’a “Mahmut artık tam başpehlivan oldun” diyerek takdirini ifade etmiştir. Mahmut da Madaralı ile aynı fikirdedir ta ki güreşe tutkun teyzesinin kocasının Mahmut’la idman yapması için köye getirdiği meşhur pehlivan Sebeblili Hüseyin pehlivanla tanışana kadar. Sebeblili ile tanışan Mahmut “Ben Hüseyin ile tanışmadan önce Madaralı Ahmet’i yenince başpehlivan olduğumu sanmıştım. Asıl başpehlivan olduğumu Sebeblili ile 6 ay idman yapıp güreş kovalayınca anladım.” diyecektir. Yer Şumnu’ya bağlı Enbeler köyü… Haşimoğlu Şeref Ağa’nın sünnet düğünü… Mutat eğlenceler ve düğün neşesini tamam eden Balkan ezgilerini terennüm eden çalgılar, bir müddet susmuştur. Zira az sonra Balkan Türk’ünün düğünlerinin olmazsa olmaz bir başka geleneği icra edilecek davul zurna eşliğinde er meydanında pehlivanlar kol bağlayacaklardır. Dönemin en meşhur pehlivanlarından olan Kızılcıklı Mahmut da kispetini giymiş, rakiplerini beklemektedir. Davetliler arasında mütekāid pehlivanlardan Eriklili Küçük Yusuf da vardır. Güreşi bırakmış kispetini asmış bir pehlivan olan Küçük Yusuf köylülerin Kızılcıklı ile güreşmesi talebini geri çevirerek kispetinin yanında olmadığını söylese de Enbeler’e yakın bir köy olan Erikli’den pehlivanın kispetini köylüler kırk dereden su getirip pehlivanın karısını kandırarak alıp çoktan getirmişlerdir. Yusuf’un bahanesi kalmamıştır. Tecrübeli pehlivan bu saatten sonra öne süreceği herhangi bir bahanenin korkaklık olarak telakki edileceğinin farkındadır. Sırf köylü meşhur iki pehlivanı güreşirken görecek diye, sırf düğün sahibi bununla övünecek diye olmayacak iş olmuş, güreş yapma çağı çoktan geçmiş yaşlı Yusuf, sert, atik ve amansız bir pehlivan olan Kızılcıklı’nın karşısına rakip olarak dikilivermiştir.

Kızılcıklı’yı zımba gibi yay gibi bir hale getirmiştir

Peşrevler yapılıyor davul zurnanın nağmeleri güreş havası çalmaya başlıyor. Akşama dek sürecek kıran kırana güreş başlamıştır. Artık söz bitmiş er meydanı kaideleri işlemeye başlamıştır. İlk başta iki pehlivan birbirlerini şöyle bir yokluyor. Küçük Yusuf karşısında eski yirmilik yeni yetme pehlivanın olmadığının farkındadır. Geçen yıllar Kızılcıklı’yı zımba gibi yay gibi bir hale getirmiştir. Küçük Yusuf biraz rakibinin bu durumundan biraz da idmansızlığından olacak güreşi sürekli olarak yerde sürdürüyor. Kızılcıklı yaşlı rakibinden elbette üstündür. Karşılıklı sonuçsuz hamleler yapılıyor. Güreş bu şekilde uzayıp gidiyor. Kızılcıklı alttaki rakibine yenici bir oyun uygulamayı planlamaktadır ancak karşısındaki Koca Yusuf’un çırağı üç kıtada güreş tutmuş meşhur Küçük Yusuf’tur. Tedbirsizce yapılacak bir hamle döneminin en maharetli pehlivanlarından birisi de olsa Kızılcıklı’nın bir anda sırt üstü alaşağı edilmesine sebep olabilir. Kurnaz Mahmut güreşi uzatarak yaşlı hasmının takatinin tükeneceğini umuyor. Bir iki hamle deniyor ama Yusuf vücudunu maharetli bir şekilde yayarak Mahmut’a fırsat vermiyor. Bu şekilde güreşin temposu hiç değişmiyor, ilerleyen dakikalarda artık iyice tatsızlaşan bu durağan güreşin berabere ayrılması talepleri üç-beş ağızdan dillendirilmeye başlanıyor.

Yaşlı pehlivan artık nefes dahi alamamaktadır

Güreşin başından beri göğsünde ve sırtında amansız ağrılar hisseden ve bunu idmansızlığına yoran yaşlı pehlivan beraberliğe razıdır, ancak önüne kadar gelmiş galibiyet fırsatını kaçırmak istemeyen Kızılcıklı belki de yaşlı rakibinin seneler önce onu acımasızca ezmesini unutamadığından beklenmedik bir şart öne sürüyor: “Pes etsin.” Bu bir zamanın şöhretli pehlivanı, meşhur Koca Yusuf’un çırağı Eriklili Küçük Yusuf’u hayati bir kararın eşiğine getiriyor: Yaşlı pehlivan ya pes edip senelerce tozunu yuttuğu er meydanlarını daha birkaç saat evvel kendisine hayranlık dolu nazarlarla bakan seyirci önünde süklüm püklüm terk edecek ya da ölmek pahasına tahammül edilmez acılarla geçirdiği bu ölümcül güreşe devam edecek. Yaşlı kurt tereddütsüz ikinciyi seçiyor. Sert elenseler eşliğinde güreş tekrar başlıyor. Sonuçsuz bir iki hamleden sonra güreş mutat durağan temposuna dönüyor. Yusuf kaçıyor, Mahmut kovalıyor. Kızılcıklı yaşlı kurda diş geçirememiştir. Hava iyiden iyiye kararmaya başlamış, incecikten bir yağmur da yağmaya başlamıştır. Köyün aksakallıları meydana inerek, güç bela güreşe son veriyorlar. İki pehlivan seneler evvel olduğu gibi berabere ayrılmışlardır. İkisi de bitap düşmüş pehlivanlar ağır ağır misafir oldukları evde üzerlerini değiştirmeye giderlerken Yusuf’a “Niye bıraktın güreşi Kızılcıklı kesilmişti, yenebilirdin” diye takılıyorlar.” Yusuf acıyla “Bendeki ağrı sizde olsa burada duramazdınız” diyor ve araba getirilerek bir an evvel köyüne götürülmeyi talep ediyor. Köylüler, kendilerini kırmayarak ilerlermiş yaşında er meydanına çıkan namlı pehlivanın isteğini yerine getirerek göz açıp kapayıncaya kadar arabayı hazır ediyorlar. Pehlivan hürmetle uğurlanıyor. Araba ağır ağır Erikli köyüne doğru hareket ederken Yusuf pehlivan göğsündeki sancının tahammülfersa bir hal alması üzerine kıvranmaya başlıyor, yaşlı pehlivan artık nefes dahi alamamaktadır. Araba Enbeler köyünden henüz çıkmışken düğün evini matem evine çevirecek acı hadise gerçekleşiyor. Ve Koca Yusuf’un çırağı Eriklili Küçük Yusuf pehlivan nam saldığı er meydanlarını pes ederek terk etmek yerine, erlik, yiğitlik ve pehlivanlık onuru uğruna meydanı terk etmemenin bedelini son nefesini vererek ödüyor.

Kırkpınar Türk’ün ebedî efsanesidir

kapıya dayanıncaya kadar güreşme vurgusu Türk güreşine ilgi duyanlar için yeni bir bilgi değil. Bırakın yeni olmayı efsanevî hikâye bile böyle bir neticeyle başlamıştır aslında. Efsaneye göre Rumeli’yi Türk vatanı haline getirmek için küffar diyarına amansız akınlar düzenleyen Türk akıncılarının yolu bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan Simovina çayırına düşer. Çimenlere yayılır yiğitler. Biraz istirahat ederler, azıklarından nasiplenirler. Yeşil çimen çağırır yiğitleri. Çayır- çimen demek Türk için biraz da güreş demektir aslında. Aslanlar soyunup güreşe başlarlar. Erkekçe, kıran kırana güreşler tutulur, galip-mağlup ayrılır, akıbet mağlubiyet de galibiyet de olsa küçük büyüğün elini, büyük küçüğün alnını öper akıncılar köşelerine çekilirler. Birbirilerine üstünlük sağlayamayan Selim ve Ali isimli akıncılar müstesna… Bu iki yiğidin güreşi bir türlü nihayete ermez. Denk kudretleri rakiplerini yenmeye yetmemektedir. Öte yandan bu lezzetli güreşi bırakmayı birbirlerine ihanet sayarlar. Hani Fransa’da rakiplerinin sırtını 3-5 dakikada minderle buluşturan Koca Yusuf’a şikeyi asla kabul ettirmeyeceklerini anladıkları için “Bari güreşi hemen bitirme biraz oyalan.” şeklinde yapılan teklife Koca pehlivanın “Allah’ın verdiği kudrete ihanet edilmez.” şeklinde cevap vermesi gibi. Vakit geçmiş, hava kararmış diğer akıncılar tavşan tedirginliğindeki uykularına çoktan dalmışlardır. Onlar uyurken biteviye güreşen iki yiğidin takatleri tükenmiş yiğitçe cenkleri ikisinin de cansız bir şekilde yere yığılmalarıyla son bulmuştur. Akıncılar uyandıklarında iki yoldaşlarının birbirine sarılmış halde son uykularına yatmış olduklarını görürler. Ali ile Selim’in ebediyete kadar süren güreşi Türk’ün ebediyete kadar sürecek cenginin alametidir sanki. Türk acuna cenk için gelmiştir zira. Akıncılar hüzünle arkadaşlarını birbirilerine sarılarak son nefeslerini verdikleri toprağa gömerler. Vakit yeni bir sefer için yola koyulma vaktidir. Zira akıncının durağı yoktur. Elbet buralara tekrar dönülecek iki can yoldaşına yakışır bir kabir yapacaklardır. Akıncılar o diyar senin bu diyar benim cenk ederek Türk’ün Rumeli fütuhatlarına zafer üzerine zafer ekledikten sonra tekrar Simovina çayırlarına geldiklerinde gözlerine inanamazlar. Zira Ali ile Selim’in ahirette tamamlanacak güreşlerinin yapıldığı yerde tam kırk pınar hayat bulmuştur. Kırkpınar artık Türk’ün destanı Kırkpınar Türk’ün ebedî efsanesidir. Şüphesiz Kızılcıklı ile Küçük Yusuf’un güreşi bu efsanenin ruhuna uygun şekilde cereyan etmemişti, kendisinden yaşça çok büyük olan Yusuf’a karşı Kızılcıklı oynaş güreşi yapabilir, hiç olmazsa berabere ayrılmaları istendiğinde rakibinin pes etmesi şartını öne sürmeyebilirdi. Bu kahredici netice Kızılcıklı’nın ömrü boyunca vicdan azabı çekmesine sebep olmalıdır. Ne var ki bu güreş onun hayatındaki son trajik güreş olmayacaktır.

Londra’da hazırlamaya başlamıştır

Türk pehlivanlarının Amerika ve Avrupa sergüzeştlerinin zaferlerle dolu olması organizatörlerin ilgisinin her daim Türk güreşçilerinin üzerinde olmasına neden olmuştur. Bunlardan birinin; Koca Yusuf sayesinde ceplerini parayla doldurmayı başarmış olan Rum organizatör Pierri’dir. Pierri’nin dönemin en parlak isimlerinden olan Kızılcıklı’ya bigâne kalması düşünülemezdi. Kızılcıklı’ya mektupla ulaşan Pierri pehlivanı Strasburg’a davet etmiş; elinde Pierri’nin mektubuyla Fransa yolunu tutan pehlivan, Pierri’yi bulamamış üç gün beklemek zorunda kalmıştır. Pehlivan beklemiştir beklemesine ama Pierri Kızılcıklı’yı görünce suratı asılmış keyfi iyiden iyiye kaçmıştır. Karşısında Yusuf gibi Adalı gibi heybetli bir pehlivan göreceğini uman ancak umduğunu bulamayan kurnaz Rum, şimdi Kızılcıklı’yı başından savmanın planlarını yapmaktadır. Pehlivana köye dönmesini salık veren Rum, Kızılcıklı’nın direnciyle karşılaşınca biraz da yasak savmak babında yanında bulunan 3 güreşçiyle bir yarışma düzenleyeceğini söyler. Sin Rum’un hesabı Kızılcıklı’nın burnunun sürtülmesi ve yenilip kolaylıkla köyüne geri yollanmasıdır. Ancak diğer güreşçilere Kızılcıklı’yı bir an evvel yenerek başından bu belayı almalarını rica eden Pierri neye uğradığını şaşıracak Kızılcıklı üç hasmını kolaylıkla yendikten sonra hiç yorulmamış gibi halterle çalışmalarını sürdürmeye devam edecektir. Kızılcıklı kontratı kapmış Folies Berger güreşlerine katılmaya hak kazanmıştır. Fransa’da inişli çıkışlı bir grafik sergileyen Mahmut rüştünü ispat etmiş, Pierri’nin gözüne girmeyi başarmıştır. Mahmut’taki cevheri gören Pierri pehlivanı Fransa’ya göre başarılı olması daha muhtemel olan Amerika güreşleri için beraber Londra’da hazırlamaya başlamıştır.

Amerika’daki ilk güreşini…

1907 sonbaharında New York’a varan Kızılcıklı’nın ismi Yussıf Mahmout’tur artık. Her ne kadar Amerika’da Terrible Turk lakabıyla anılan Koca Yusuf’un şöhretinden yararlanma çabası sezilse de garip bir şekilde Mahmut için zaman zaman “Bulgarian Wrestler” denildiğini zaman zaman Bulgo/Turk denildiğini nihayet bazı gazetelerde Turkish wrestler denildiğini görüyoruz. 13 Aralık 1913 tarihli Chicago Eagle gazetesinde ise Türkiye’den ABD’ye gelmiş güreşçiler kaynak gösterilerek verilen son derece ilginç bir habere tesadüf ediyoruz. Bu asparagas habere göre meşhur pehlivan Silistire’de Bulgar ordusunda subay olarak vazifeliyken maiyetindekilerin parasını ödemek için para çekmiş ve bunu haber alan haydutlar tarafından öldürülmüş. Pehlivanın başına Amerika’da gelen ilginç hadiselerden birisini oğlu Hamza Kızılcıklı Âtıf Kahraman’a anlatmıştır. Buna göre ABD güreşlerinden birinde boğazında Türk pehlivanlarının alametifarikası olan bir muskayla güreşen Mahmut’un karşısında Yunanlı bir güreşçi vardır. Tribündeki Rumların “boğazında tılsım var o varken onu yenemezsin” diye bağırmaları üzerine Yunanlı güreşçi muskayı çekip kopartmış. Bu olaydan sonra Kızılcıklı bir daha muska takmamış. Amerika’daki ilk güreşini meşhur Adalı’nın seneler evvel kaburga kemiklerini kırdığı Jenkins’le yapan Kızılcıklı bu güreşi şu şekilde anlatmıştı: “Nihayet bu uzak memlekette ilk maç kararlaştırıldı ve Tom Zingin isminde bir Amerikalı ile bir gece kocaman bir sirkte maç yapmağa çıktım. Rakibim haylice iri ve oyunlarına alışık değil diye kendisinden fazla emin görünüyordu. Düdük öttü ve Amerikalı’yı bir iki oyundan sonra birkaç dakika içinde yere çarptım ve ayak kıskacının arasında perişan ederek yendim. Bu hızlı galebe bütün halkı heyecanlandırmış ve buranın âdeti olacak, ringe etraftan çiçekler atılmıştı.”

Güreşlerini yalın ayak yapan Kızılcıklı

Bu güreşin ardından Lundin, Rogers, ve Rouen gibi rakiplerini dize getiren Mahmut’un karşısına Dünya Şampiyonu Gotch’a tek mağlubiyetini tattırmış olan Fred Beell’i çıkardılar. Daily News of Chicago bu güreşin anlatımı şu şekildedir: “Seyirciler Türk’ün güreşinden memnun kaldılar. Olağanüstü bir kuvveti ve o cüssedeki bir kişi için bü­yük hızı var. Beell’e hep onu uzakta tutmaya, kendisi­ne yaklaştırmamaya çalışıyordu. Ancak Mahmut hem rakibini, hem de seyircileri, çok atik bir davranışla Beell’in ayağından yakalayıp mindere yatırmakla şa­şırttı. Beell hep kaçıyordu, aradan yarım saat geçmişti ve Amerikalı’nın kazanabileceğini düşünmeye başlayanlar da çıkmıştı. Bu sırada dirseğinin Mahmud’un gözüne çarpması yüzünden tuş biraz daha gecikti, ancak az sonra Beell’i yakaladı, yerden kaldırdı ve yatırdı: 38 dakika, 15 saniye.” Beell zaferinin ardından rakip zorlu Gus Schönlein’di. İki güreşçi el sıkarlarken Schönlein bir anda Mahmut’un eline çekerek altına almak istediyse de Mahmut bu ucuz numaralara pabuç bırakacak bir güreşçi değildi. Uzun süren bir boğuşmadan sonra rakibini iki kez tuş ederek adım adım Gotch’la yapılacak güreşe doğru gidiyordu. Türlü şaklabanlıklar, kavgalar ve madrabazlıklarla dolu müsabakalar yapmak zorunda kalıp sinirleri bir hayli yıpranan pehlivanımız Pardello’yu ve Olson’u da mağlup etmeyi başardı. Rus Aslanı lakabıyla bilinen Hackensmitch ile güreşmek için yurtdışına gidip emeline ulaşamadan Amerika’ya dönen Gotch’la Kızılcıklı’nın güreşmeleri kaçınılmaz olmuş ve bir tarih belirlenmişti. Kızılcıklı bu süreyi gösteri maçlarıyla geçirse de formunun düşmekte olduğu gözlerden kaçmıyordu. 10 bin dolarlık ödülün ortaya konulduğu karşılaşma günü gelip çatmıştı. Tam bu sırada Gotch neredeyse müsabakanın iptal edilmesine neden olacak bir şart öne sürdü. Daha önceki güreşlerini yalın ayak yapan Kızılcıklı da kendisi gibi ayakkabı giymeliydi. Bu zorlama şartta ısrar edilmesi Kızılcıklı tarafının alacakları paradan 500 doları karşı tarafa bırakmasıyla halloldu.

Mahmut hayatımda güreştiğim en iyi güreşçidir

Ne var ki bu güreşle Kızılcıklı’nın Amerika’da estirdiği fırtına dinecek; iki tuşla galibiyet şartı olan müsabakayı Gotch birinci güreşi 8. dakikada ikincisini ise 9 dakika 58 saniyede tuş yapmak suretiyle kazanacaktı. Yine de Gotch’un “Mahmut hayatımda güreştiğim en iyi güreşçidir.” iltifatına mazhar olan Kızılcıklı bu son güreşten iyi bir kazanç sağlayarak yurda dönmüştü. Yurda dönen Kızılcıklı artık şöhretinin zirvesindedir. Bu aynı zamanda Türkiye’deki diğer pehlivanların hedef tahtasında olması manasına geliyordu. İşte bu atmosferde Yıldız Güreşleri başlar Kızılcıklı’yı gözüne kestirenlerden birisi de dönemin namlı başpehlivanlarından Nakkaşlı Eyüp’tür. Eyüp Yıldız güreşlerinin ikinci gününde Kızılcıklı’nın zayıf pehlivanlarla güreştirildiğinden şikâyet ederek cazgırdan Kızılcıklı’yı isteyecek, iki pehlivanın ölümcül güreşi tam iki saat sürecek Nakkaşlı’nın vücudu kan revan içerisinde kalacak neredeyse Küçük Yusuf güreşi gibi felaketli bir netice ortaya çıkacaktır. İkilinin güreşini “canavarca bir boğuşma” olarak tasvir eden Sami Karayel’in anlattığına göre güreş sonrası yemek yerken Sarı Hafız pehlivan, ilk lokması düğümlenip boğazında kalan parmakları kapanmayan Nakkaşlı’ya “A be! Eyüp ellerin tutmuyor be, deyince Eyüp: Baka! Ulan bu kadar saat güreşten sonra tutar mı” cevabını vermiş. Mahmut’un finaldeki rakibi Kara Emin’dir. Kara Emin yarı finaldeki müsabakasını 15 dakikada bitirmiş ve dingindir. Final güreşinde beklenmedik bir hadise yaşanır ve Kara Emin durup dururken güreşin 25. Dakikada güreşten çekilerek güreşi Kızılcıklı’ya terk eder.[8] Bu beklenmedik ricat, muhtemelen yüce gönüllü Kara Emin’in Kızılcıklı’yı meşhur olduğu Amerikalı misafirlerin önünde küçük düşürmeme hassasiyetiyle alakalıdır. Kızılcıklı bu zaferiyle Türkiye başpehlivanı olarak anılmaya başlamıştır. Türkiye’de başpehlivanlık payesini boynuna takarak güçlenen Kızılcıklı Amerika’ya ikinci kez gittiğinde anılarında anlattığına göre yanında meşhur Kurtdereli vardır. Kendisinden güreş geçmiş olan yaşlı Kurtdereli azılı rakibi Petersen parmaklarını kırdığı için birinci güreşi 14 dakikada ikincisinde 1 dakikada mağlup olmuştur. Rus Aslanı Hackenscmit ise Kızılcıklı ile güreşmeyi reddettiği için finalde Kızılcıklı’nın rakibi Kurtdereli’nin parmaklarını kıran Petersen olmuştur. Organizatörler paranın kokusunu almış, Kızıklı’ya 10 bin dolar karşılığında yenilirse rövanşta büyük paralar kazanabileceklerini söylerler. Sonrasını Kızılcıklı şu şekilde anlatıyor: “Kabul etmesem bu maçın yapılamayacağını bildiğimden (10.000) doları aldım ve yenilmeyi vaat ettim…Hakem ortaya geldi, nasihatlerini verdi, el ele tutuştuk. Tam ayrılırken Petersen’e güreşin hakikat olduğunu bildirdim ve (10.000) doları iade edeceğimi söyledim. Danimarkalı birden sarardı ve 18’inci dakikada yenilmekten kurtulamadı. İkincisinde ancak (4) dakika dayanabildi”

Üçüncü Amerika seferine çıkan Mahmut Pehlivan

Avrupa’da da başarılı güreşler yaptıktan sonra 3. Amerika seferine çıkan Mahmut Pehlivan “Kemalist ve Venizelist” mücadele olarak tanımlanacak bir mücadelenin içinde bulacaktır kendisini. Adeta Türk milletinin mukadderat savaşı olan Kurtuluş Savaşı’nın benzerini yapacaktır Yunanlı güreşçi Dimitros’la. O Dimitros ki her demecinde Türk’ü yeneceğini söyleyecek bu zaferin 25 dakikadan uzun sürmeyeceğini söyleyecektir. Tıpkı Sakarya savaşı sonrası Yunan mevzilerini gezen İngiliz generalin “Türkler burayı 6 ayda aşarsa 6 saatte aşmış gibi sevinebilirler” demesi gibi küstahça bir böbürlenme… Tıpkı vatan savunması için canını hiçe sayan kahraman Türk ordusunun Yunan ordusunu hallaç pamuğu gibi mevzilerden söküp atması gibi Kızılcıklı da Amerika’nın dört bir yanından kopup gelen Türk ve Rumların gözü önünde mağrur rakibini birincide 8 ikincide 5 dakikada yenip toplamda 13 dakikada dize getirecektir. Amerika’da Koca Yusuf’tan sonra en büyük şöhreti kazanan Kızılcıklı için Orhan Koloğlu “Kızılcıklı’nın İstiklâl Savaşını içine alan 1920-23 süresindeki bu Amerika turnesi sırasında en büyük önemli davranışı bir yönden Türklüğün reklâmını yapması diğer yandan da kazandığı paralarla yetim çocuklara yardımıdır” diyerek pehlivanın bir başka yönüne işaret ediyor. Kızılcıklı hem Dar ül Eytam yararına güreşler yaptığı gibi, kendi kesesinden de bağışlar yapmış, hem de Amerika’dan paralar toplayarak kuruma göndermiştir. Dar ül Eytam Müdürü Mehmet Selahattin Bey’in mektubu insanın yüreğini buracak derece duyguludur:

Demir Pençe lakabına layık görüldü

“Amerika’da Şikago şehrinde Kızılcıklı Yusuf Mahmut Pehlivan, İtalyan Hol’ünde yetim İslâm kızları yararına tarafınızdan düzenlenen güreş gösterisi geliri olarak Vakit gazetesi aracılığıyla gönderdiğiniz 201 dolarlık çeki aldık (…) Şikago’daki Müslümanlar tarafından verilip sizin bize gönderdiğiniz 324 dolar hakkında da 18. Teşrinievvel 1337 tarihli mektubumuzla cevap vermiş ve teşekkürlerimizi bildirmiştik (…) Bu defaki 201 dolar doğrudan doğruya sizin çaba ve çalışmanızla toplandığından ayrıca üstün bir değer taşımaktadır, dolayısıyla hem kuruluşumuzun şükran hislerini hem de binlerce yetimin duasını kazanmıştır. Türk ve İslâm yetimlerine gösterdiğiniz bu dinî ve millî ilgiden dolayı önce bir Türk ve İslâm sonra binlerce yetimin koruyucusu niteliğiyle teşekkür ve minnetimi ulaştırırım.

Oradaki başarılarınız hepimizin kalbini övünçle doldurdu. Uzak ülkelerde Türk namını yad ettiren sizinle övünüyoruz. Allah kolunuza kuvvet, vücudunuza afiyet versin. Müslüman yetimleri sizi daima sevgi ile söyleşmekte, babaları ve aileleri Vatan’ın savunması uğrunda şehit olan binlerce yavru sizden yardım beklemektedir. Hatta resminizi bile yaptılar. Diğer bir mektubumla onu da gönderirim. Baki Cenab-ı Hakk’a emanet olunuz, sevgili pehlivan. 4 Temmuz 1338” Kızılcıklı Mahmut, hayatının bundan sonraki döneminde güreşten hiç kopmadı Bükreş’te şampiyon olduğu bir turnuvada Polonyalı bir rakibinin bileğini sıkarak pes ettirdiği için “Demir Pençe” lakabına layık görüldü.

Eskişehir’in İsmetpaşa köyünü mesken tutan

Kendi milletiyle yaşamak arzusuyla defalarca Cumhuriyet Türkiye’sine göç etmek için başvuran Kızılcıklı Mahmut, Romanya hükümetinin izin vermemesi sebebiyle bu emeline ancak 1928 yılında ulaşabilecek, kendisine mekân olarak Deliormanlı Türklerin yoğun şekilde meskûn bulunduğu Eskişehir’i seçecekti. Maceralı yaşamının son demlerinde Eskişehir’in İsmetpaşa köyünü mesken tutan Mahmut pehlivan güreşi bırakmıştır. Ne var ki bu meşhur pehlivanın ününden yararlanmak isteyen açıkgözler pehlivana huzur vermemiş olur olmadık zamanlarda Eskişehir’e gelerek ona meydan okumuşlardır. Suriye şampiyonu Yusuf Berzi, Mısır Şampiyonu Hasan Tahsin, Rus güreşçi Piza yine Rus pehlivan Kara, muhtelif zamanlarda Eskişehir’e gelerek Kızılcıklı’nın çelik bileklerinden kurtulamayıp yenildiler. 1930 yılında Eskişehir’e gelip Kızılcıklı’ya meydan okuyanlar Yusuf Hüseyin ve oğlu Dinarlı Mehmet’ti. Kızılcıklı Mahmut hasta olmasına rağmen baba-oğulun meydan okumasını kabul etmiş üstelik Yusuf Hüseyin’i mağlup etmişti.

3 Şubat 1931 yılında hayata gözlerini yumdu

Kızılcıklı 21 Aralık 1930 Pazar günü son güreşine çıkacaktır. Son ölümcül güreşine. 50 yaşındaki Kızılcıklı’nın 23 yaşındaki Dinarlı’yla güreşmesi Küçük Yusuf’un da ölümüne sebep olan pehlivanlık gururuydu. Karayel’in anlattığına göre Kızılcıklı’nın bu son güreşinde hakemlerin güreşin berabere ayrılması taleplerine tıpkı seneler evvel Mahmut’un Küçük Yusuf’a dediği gibi Dinarlı da Mahmut’a “Pes etsin” demişti. Ve kaderin cilvesi olarak Kızılcıklı da aynı Küçük Yusuf gibi bu güreş sonrası hayatını kaybedecekti. Güreş sonrasında hastaneye yatan ve zatürre teşhisi konulan Kızılcıklı Mahmut pehlivan 3 Şubat 1931 yılında hayata gözlerini yumdu. Eskişehir’de Necati Bey İlkokulu’nun yanındaki mezarlığa defnedilmişti. Daha sonra mezarlık arsasının okul bahçesine katılması üzerine kemikleri çıkartılarak bugünkü Bursa yolu üzerindeki kabrine defnedilmiştir. Eskişehirliler şehrin önemli caddelerinden birisine Kızılcıklı Mahmut pehlivanın ismini vererek bu unutulmaz pehlivanın anısını yaşatmak iradesini göstermişlerdir.