İstanbul- Beşiktaş’ta bir ortamda tanıştığım Beşiktaşlı taraftarla futbol üzerine sohbet ederken, “Anadolu’da iki takım için çok üzülüyorum,” demiş ve eklemişti: “Bunlardan ilki Eskişehirspor, diğeri de Bursaspor. Siz şampiyonluğa çok yaklaştınız, kıl payı kaçırdınız; Bursaspor şampiyon oldu. İki takımın da çok iyi taraftarı var.

Şimdi süper ligin bu ezeli rakip iki takımın renklerine çok ihtiyacı var. Seyircisi olmayan takımların varlığına da üzülüyor, kızıyorum!”
Beşiktaşlı taraftarın söylediklerine katılmamak mümkün değil tabii, ancak beceriksiz yönetimler, ileriyi görememeler… gibi pek çok nedenden dolayı, artık geçmişi sorgulamaktan çok, bundan sonra ne yapılacağı üzerine kafa yormalı. Ben sadece bu tespiti yapmakla yetineyim. Zira politikada olduğu gibi, futbolda da “çok bilenlerimiz var!”
FİFA, futbola benzeyen ve bilimsel kanıtlara sahip olan ilk oyunun MÖ. 300-200 yıllarında Çin’de askeri eğitim amacıyla oynanan cujuvaya dayandığını belirtmekte.
Kıl ve tüyle doldurulmuş deriden yapılan bir topun, iki bambu kamışıyla sabitlenen 30–40 cm yüksekliğindeki bir kaleye sokulmasını amaçlayan bu oyunda; topa el ve kollar dışındaki her yerle temas etmek mümkünmüş.
Birkaç yüzyıl sonra Japonya'da, cujudan izler taşıyan ve varlığına ilk kez 644 yılında rastlanan kemari adlı oyun ortaya çıkmış.
Modern futbolun kuralları ise 19. yüzyıl ortalarında, İngiltere'deki özel okullarda farklı kurallarla oynanan futbol biçimlerine dayanmaktadır ve sonrasındaki değişimleri merak eden konuya ilişkin kaynaklardan araştırılabilir. [*]
Şunu söylemek mümkün: Futbol, insanlık tarihi içinde köklü bir geçmişe sahip bir oyundur. Tabii, bugün için “oyun” tanımının karşılığı nasıl bir anlam taşıyor, tartışılır.
*
Futbol demişken, Dünya Kupası’nın oynandığı şu günlerde “futbol büyüsüne” birkaç kelam etmeden geçmek olmaz. Öyle ya, bazıları için bir topun peşine takılmış “yirmi iki deli!” de diyenler var, İspanya’nın diktatörlerinden Franko’nun “üç F formülünü” rehber edinmişler de.
Neydi o? Fado: ucuz tüketilen müzik (pop, arabesk, vb.), Fiesta: şenlik veya eğlence, Futbol: ayakla oynanan top oyunu…
Tabii endüstriyel futbolun, sistemin bir numaralı atraksiyonu olduğunu savunanlar gibi, bunun “ulusların kardeşlik buluşması” olduğu yorumunu yapanlar da var.
Kuşkusuz bu farklı yaklaşımlar dünden bu güne yapılagelmekte ve bundan sonra da öyle olacaktır.
Büyük paraların döndüğü bu ortam, bana kalırsa “paylaşımdan” çok, birileri için “kazanım” alanı, hem de çok ciddi bir “kazanım” alanı!
*
Dünya futboluna ev sahipliği yapmak her ülkenin rüyası. Ama bunun yazılı olmasa da “kuralları” var. Geçtim iyi stadyumları, konaklama tesislerini falan, bir defa Katar örneği gösterdi ki, önce paran olacak! Katar bir futbol ülkesi değil.
Futbol izleyecek seyirci sayısı yok! Ama seyirci toplayacak paraları var, bunu biliyorum. Ve her şeyi “satılık” görme mantığı taşıyan bir ülke. Demokrasi dediğimiz şeyin kaç kırıntısına sahip sizler söyleyin. Ama para var, inşaatlarda çalıştırdığı kaç göçmen işçi canından oldu, kimin umurunda?! Para için içki de geçici olarak günah olmaktan çıkar!
Bu defa ev sahibi istemese de ilginç kimi gelişmelere sahne oldu dünya kupası. İran futbol takımı, ülkelerinde yaşanan insanlık dışı baskı ve öldürme olaylarına karşı ülke marşını söylemedi. Alman milli takımı oyuncuları, fotoğrafı çektirirken ağızlarını elleriyle kapatıp ayrı bir mesaj verdiler.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser de gökkuşağı desenli “One Love” pazıbendi taktı. Özgürlükler herkes için olması gerekirken cinsiyet ve ırksal ayrımcılığın alttan alta fırtına gibi estirilmeye çalışıldığı bir dönemde bazı futbolcu ve takımların verdiği mesajları iyi anlamalı.
Henüz takımlar ilk birkaç maç oynamış durumda diyebilirsiniz belki, ben bu Dünya Kupası’nda “zorlamayla elde edilen” bir canlılık gördüm ve tribünlerde “taşımalı” heyecan…
*
Yeni Dünya Kupası maçlarının şu birkaç maçlık süresi boyunca, içe kapanıp bu kentin futbol takımını, Eskişehirspor’u, çocukluğumuzun o radyolarından maç spikerlerinin ve genellikle Abidin Aydoğdu’nun sesinden bizlere taşınan o heyecan anlarını düşündüm.
Şimdiki sönük örnekleri değil, Amigo Orhan’ın o büyük tribün şefliğini düşündüm. Tabii, Eskişehir Demirspor’u da unutmuş değilim. Hem futbolda, hem de diğer branşlarda oluşturduğu o eşsiz zenginlikteki müzesi geldi gözlerimin önüne.
Ve Beşiktaşlı taraftarın sözleri, Eskişehirspor’un sadece Eskişehir’e özgü olmadığını, onun tüm Anadolu ve Trakya futbol severleri için büyük anlamlar taşıdığını hatırlattı bana…
[*] Kaynak: Wikipedia