Bir gün 24 saat... Ne kadarı bize yetiyor tartışılır. Günün kaç dakikasını ''acele etmeden'' geçiriyorsunuz diye bir sorduğumuzda, her gün geçtiğiniz yoldaki detayları fark edemeyecek kadar az olduğunu görürüz. Modern dünyanın bize sunduğu bu hızlı hayat, yaşamımızın her anını etkiliyor. Ödemeler, toplantılar dijital dünyada gerçekleşiyor, yemekler fast-food olarak önümüze geliyor. Telefon ekranlarında bir dakikalık görüntüler, bir parmakla kaydırma hareketi kadar hızlı akıyor. İnsanların durup sizin gönderinizi incelemeye ve okumaya değer bulması için sadece bir saniyelik bir görüntü ile etkilemeyi başarmış olmanız gerekiyor. Aksi takdirde parmakların altından görüntü kayıp gidiyor. İnsanların böylesine hızlı yaşadığı ve acelelerinin olduğu bu dünyada hala yavaş olmak için canla başla çalışan birileri var... Çocuklar... Tabi biz onları da kendimize benzetmeyi başaramazsak...

Çocuklar için yaşamdaki her şey görülmeye değerdir. Çünkü yenidir, farklıdır, ilginçtir. Önce bir kediyle tanışırlar, sonra bir köpekle... Önce yağmurla tanışırlar, sonra karla... Önce sütle tanışırlar, sonra çikolatayla... Bir gazete kağıdının yırtılış sesi, bir paranın yere düştüğündeki çıkardığı tınısı... Hepsi çocuk için yeni bir heyecandır. Oysa hayata çocuk gözüyle bakması imkansız olan yetişkinler için bunlar yaramazlıktır, saçmalıktır. Hayatı deneyimlemesine, eşyalara nüfuz etmesine izin vermeyiz. Salondaki vazoya dokunmaması için ''cıs''ı öğretiriz ve bundan onur duyarız. “Cıs’tan anlıyor, güzel disiplin kurduk’’ deriz ve bunu bir marifet sanarız. Sonra da onlar büyüdükçe özgüvenli olmalarını bekleriz. Evden çıkarken ayakkabılarını kendi giymesine izin vermeyiz. Giysin isteriz elbet ama o kadar yavaştır ki sabredemeyiz. Çünkü yetişmemiz gereken yerler vardır ve onun ayakkabılarını giyme çabasına gösterecek vaktimiz yoktur. ''Şimdilik ben giydireyim'' diye müdahale ederiz. Yemek yerken uzun sürmesin diye video açarız, kendimiz ağzına lokmaları sokuştururuz. Acelemiz vardır çünkü bekleyemeyiz. O, yolda yürürken bir uğur böceğinin sakin sakin yürüyüşünü, beneklerini dakikalarca seyredebilir. Ama biz seyredemeyiz… Nihayetinde uğur böceğidir işte... Biz de diz çöküp aynı sükunetle belki de ilk defa izleyemeyiz o uğur böceğini... Çünkü acelemiz vardır. En çok ‘hadi' kelimesi dökülür dilimizden... Hadi, hadi, hadi... Yavaş yavaş bozulur çocuk… Ritmi bozulur, ruhu bozulur, şekli bozulur, mizacı bozulur... Ve bugün biz gibi başarılı ama içinde hep bir telaş ve anlamsız bir boşluk olan yetişkinler olur. Ve biz sebebini asla bulamayız.