FUTBOLA 5 YAŞINDA BAŞLADIM

“Futbola 5 yaşında başladım. O zamanlar top yoktu. Gazete kâğıtlarını sarar, iple bağlayarak top yapar ve kendi aramızda maç yapardık. Nerede oynardık? Köprübaşı’nda, Sakarya Caddesi’nde oynardık. Çünkü trafik yoktu. Eskişehir’de iki tane özel araba, üç tane taksi ve saate bir kere geçen otobüsler vardı. Dolayısıyla her yerde futbol oynamak mümkündü.”

BÜTÜN AİLEM FUTBOLCUYDU

“Futbola olan sevgim, ailemin futbolcu olmasından kaynaklanıyor. Ağabeylerim, halamın oğlu futbolcuydu, dayım yöneticiydi. Dayımın oğulları da futbolcuydu. Hepsi Eskişehir Gençlik Kulübünün elemanlarıydı. Zeynel ağabeyim başkan, Ali dayım genel kaptan, ağabeyim takım kaptanı ve halamın ve dayımın oğulları da Eskişehir Gençlik Kulübünün futbolcularıydı.”

AĞABEYİMLE MALZEMECİLİK YAPARDIK

“Ben her maça gider, eski sahanın altındaki delikten kaçarak içeri girer ve maçları seyrederdim. Biraz daha büyüyünce malzemeciliğe başladım. Çünkü o zamanlar çamaşır makinesi yoktu. Ağabeyim antrenman malzemelerini toplayarak bir hurcun içine koyardı. İkimiz uçlarından tutar ve Hilmi abla adındaki temizleyici bayana götürürdük. Antrenman günü de tekrar hurcu alıp ağabeyimle taşıyarak antrenmana malzemeleri yetiştirirdik.”

AĞABEYLERİMİ YENİYORUM DİYE DAYAK YERDİM

“Malzemecilik görevimin ardından top toplayıcılık görevim başladı. 8-10 yaşlarında antrenmanlarda kale arkasında top toplar, topa vurur ve futbola olan aşkımı sürdürmeye gayret ederdim. Daha sonra lastik toplar ortaya çıkmaya başladı. Parası olan lastik top alırdı. Ben de bir lastik top alınca kaptan oluyordum. Üç kişiyi karşıya koyuyordum, iki kişiyi de kendi takımıma alıyordum. Üçe iki oynayıp onları hep yeniyordum. Futbol benim için her şeydi. Her türlü maçı seyrederdim. Şeker maçları, Demirspor maçları, Gençlik Spor maçları… Ara sıra da evin içinde ağabeylerimle maç yapardım. Ben 10, ağabeyim de 25 yaşındaydı. Onları yenerdim. Bana kızarlardı ve biraz da niye yeniyorum diye dayak atarlardı.”

ESKİŞEHİR KOLEJİNİ KİMSE YENEMEZDİ

“Daha sonra Eskişehir Kolejini kazandım. Eskişehir Kolejinde futbol yasaktı. Voleybol, basketbol gibi sporlarla uğraşmaya başladım. Okulun yan tarafında bir arsa vardı. İki taş koyduğunuz zaman saha oluyordu. Orada kaçak olarak maçlar oynamaya başladık. O sahada Eskişehir Kolejini yenen hiçbir takım çıkmadı. Odunpazarı’nda ‘Arsenal’ diye bir takım vardı ki; Eskişehir’in en güçlü gayri federe takımlarından birisiydi. Onları dahi yenerdik… Fakat bir üst sahaya gelince herkes bizi yenerdi. “

GENÇLİK KULÜBÜNÜN FORMASINI GİYEMEDİM

“Futbol orada devam etti. Malzemecilik, top toplayıcılığı yine devam ediyor… Yaz aylarında, sezon açılışlarında, pazar günlerinde çift kale maçlar yapılırdı. 22 tane futbolcu gelir, iki takıma ayrılır ve kendi aralarında antrenman yaparlardı. Ben hep 22’nci adamın gelmemesi için dua ederdim. Fakat maalesef o 22’nci adam hep geldi. Dolayısıyla Gençlik Kulübünün formasını antrenmanda da olsa giyemedim.”

MAHALLE TAKIMLARI OLUŞTURDUK

“Daha sonra mahalle takımları oluşturdum. Kendim bir yer kiraladım, 10 tane de beyaz fanila aldık. Üzerlerine de birer yıldız koyduk. ‘Yıldızspor’ adı altında, gayri federe olarak maçlar yapmaya başladık. Kulübün 10 lira kirası vardı. O parayı bulmakta da zorlandık. Dolayısıyla iki sene sonra Yıldızspor sona erdi.”

İKİ ÇAY BİR SİMİDE TRANSFER OLDUM

“Bu arada bana Egespor’dan transfer teklifi geldi. İki çay, bir simit transfer ücretiyle Egespor’a transfer oldum ve orada oynamaya başladım. Egespor’un sahasında maçlar yapardık. Yatılı okuduğum için ancak pazar sabahları gider ve oynayabildiğim kadar oynardım. Bir sabah annem ekmek almak için beni fırına gönderdi. Ben de ağabeyimin bisikletine bindim ve fırının yanına geldim. ‘Daha çok erken, Egespor’da ne var’ diye bir bakayım dedim. Bir gittim ki; 09.00’da maç varmış… Başladık oynamaya, 11.00’de bir maç daha, 13.00’de bir maç daha… Üç maç oynadım, saat 15.30’da ekmeği alıp eve gidince tabi bir parça azar işittik. Fakat yine de ekmeği götürmüş oldum.”

BANA HAYRAN KALMIŞLAR

“Egespor’da oynadığım dönemlerde herkes ağabeylerime gelip ‘Bu çocuğu seyredin, büyük bir yetenek... Buralarda heba olmasın’ demişler. Yıl 1960… Gelip beni gizlice seyretmişler ve iki ağabeyim de hayran kalmış. Hemen bu çocuğa lisans çıkartalım demişler. Fakat ben o sene bir burs kazandım ve Amerika Birleşik Devletleri/San Francisco’ya gittim. Bir ailenin yanında bir yıl süreyle kaldım.”

PRİMİM BİR HAMBURGER BİR KOLAYDI

“Günlerden bir gün okulda, İspanyolca hocası Mr. Migel, bana ‘Fethi, top oynamak ister misin?’ dedi. ‘Benim için büyük bir mutluluk olur’ dedim. ‘Pazar sabahları seni alırım, San Francisco Parka gideriz. Orada İspanyol takımında oynarsın’ dedi. Koloniler arası maçlar yapılıyor; İsrail-Peru, Peru-Yunanistan-İspanya gibi… Her koloninin maçları yapılıyor. Bir Peru maçında oynuyorduk, 7-0 mağlubuz… Fakat ben keten ayakkabılarla oynuyordum, ayakkabı yok… O gün sekiz tane gol attım ve Peru’yu 8-7 yendik. Yenince başkanı aradım. O da demiş ki; bu çocuğa bir ayakkabı hediye edelim. Mr. Migel bana dedi ki; ‘Pazartesi günü öğleden sonra San Francisco’ya gidiyoruz. Sana ayakkabı hediye edeceğiz.’ Gittim, bana 10 dolara altındaki kramponları değişen bir ayakkabı satın aldı. O gün ki mutluluğumu hiçbir zaman unutamam… Çünkü biz çivili ayakkabıları görmüşüz. Kramponu değişen ayakkabı mümkün değil… Ben ondan sonra daha da iyi oynamaya, daha da çok gol atmaya başladım. Prim, eve dönüşte bir hamburger bir de kolaydı… Onu yedikten sonra beni eve bırakır, ben de ödevlerimi yapar ve okula devam ederdim.”

RAKİP TAKIMIN SANTRAFORU BENİ TEBRİK ETTİ

“Amerika’dan döndüm. Amerika’ya giderken 65 kilo civarındaydım. Geldiğimde 82 kiloydum. Fakat bir gram yağ yok… Vücut üçgen, 1.82 boyunda güçlü kuvvetli bir adam… Gençlik Kulübü hemen benim lisansımı çıkardı. İlk resmi müsabakayı 1962 yılında Havagücü’ne karşı oynadım… O kadar güzel bir futbol oynadım ki; Havagücü’nü 2-1 yendik. Havagücü’nü yenmek de o tarihlerde büyük bir problem… O gün iki tane gol attım. Birinci golü attım, çok güzel bir gol… Çapraza kaçıp ters köşeye vurdum ve gol oldu. Rakip takımın santraforu geldi ve beni yanaklarımdan öptü, ‘Tebrik ederim kardeşim, sen ileride çok büyük bir futbolcu olacaksın’ dedi.”

AKADEMİ’DEN KAÇTIM

“Daha sonra bir yıl Şehir Bölge Planlama Bölümüne gittim. Bir yandan Ankara’da okuyor, bir yandan da hafta sonları buraya gelip maçları oynuyorum. O arada ağabeyimi kaybettik, doçent olmuştu. Ağabeyim öldüğünde Orhan hoca ve Yusuf Ziya Binatlı başsağlığı için dükkâna geldiklerinde kız ister gibi, babam Ali Rıza Bey’e ‘Allah’ın emri peygamberin kavliyle, Fethi’yi ağabeyinin yerine yetiştirmek üzere akademiye almak istiyoruz. O boşluğu Fethi dolduracak’ dediler. Ben kaçtım.”

“BU TAKIM BİRİNCİ LİGDE İŞ YAPAR”

“Fakat bir sene kaçabildim. O kadar büyük bir baskı vardı ki; illaki geriye dön diyorlardı. Ben de geriye döndüm. O yıl Akademi sınavlarını kazandım ve 1963 yılında Akademi’ye başladım. Akademi’de oynarken üniversiteler arasında spor müsabakaları vardı. Konya’da şampiyon olduk. Çok güzel ve büyük bir başarı… 1964-1965 yılında İzmir’de üniversiteler arası maç vardı. Gittik… İlk maç Ege Üniversitesi ile oynuyoruz. 6-0 yendik. Arkasından İstanbul Şişli Akademisi ile oynuyoruz; 12-2 yendik. O yıl da yine şampiyon olduk. Bizi seyreden bir federasyon yönetim kurulu üyesi Nafiz Yazıcıoğlu’na demiş ki; ‘Bu takım şu haliyle birinci ligde iş yapar. Siz ne duruyorsunuz? Hemen müracaat edin, sizi ikinci lige alalım.’”

ESKİŞEHİRSPOR KURULUYOR

“İzmir’den döndük, bu sefer toplantılar başladı. Orhan Oğuz bizi bir gün topladı -tabi o aralar Akademi takımıyla Gençlik Kulübü birleşti, Akademi Gençlik oldu-, ‘Çocuklar bizim de bu oluşumun içerisinde yer almamız isteniyor, ne dersiniz?’ dedi. ‘Bir kere ekonomik açıdan Eskişehir çok gelişecek, yeni oteller, yeni lokantalar açılacak. Her şey kaliteli olacak, Eskişehir’e bir canlılık getirecek’ diye de ekledi. Hepimiz parmaklarımızı kaldırdık ve oy birliğiyle Eskişehirspor’un kuruluşuna katılmaya karar verdik.”

İLK TRANSFER ÜCRETİM 10 BİN LİRAYDI

“Bizimle birlikte iki amatör kulüp daha birleşerek, Eskişehirspor adı altında yeni bir takım kuruldu, tescil edildi ve ikinci lige Orhan Şeref Apak tarafından alındı. Eskişehirspor’un kuruluşu budur… Hemen transfer faaliyetleri başladı. Beni çağırdılar, ‘Kaç lira istersin?’ diye sordular. 10 bin lira isterim dedim. ‘Tamam, veriyoruz’ dediler. 10 bin lirayı aldık. O takım 102 bin liraya kurulmuştu, 10 bin lirasını ben aldım... Aradan biraz zaman geçti, kurnazlar ‘Bu çocuk ileride amatör olursa bir yerlere kaçar, gel biz bunu profesyonel yapalım’ demişler. Saf saf kandırdılar… 22 bin 500 lira para verdiler. Ben o parayı 1965 yılında görünce hemen imzayı attım…”

İLK MAÇ KASIMPAŞA’YLA

“Oynamaya başladık, Abdullah Matay antrenör… İlk maçımız Kasımpaşa’ylaydı. İstanbul takımı, korkuyoruz… Çıktık ve 2-1 yendik. Açılış golünü ben attım. Arkasından Karşıyaka’ya gittik ve 3-0 yendik.”

“YA MAĞLUBİYET OLURSA NE OLACAK?”

“Play-offlardan önce Ankara’da bir toprak maçı oynuyoruz. O güne kadar her takımı yendik. Fakat o gün Toprakspor’la berabere kaldık. Berabere kaldıktan sonra taraftar bize küstü, bir hafta konuşmadı. Neden Eskişehirspor berabere kalmış? Daha mağlubiyet yok… Dedik ki; Ya mağlubiyet olursa ne olacak?”

MAÇA KRAVAT TAKARAK GELİNİRDİ

“Eskişehir, hep kazanmayı isteyen bir kent… Taraftarlar birbirlerine o kadar bağlılar ki… Kapalı tribünün önünde bayanlar tribünü vardı. Herkes hanımını alır, bayanlar tribününe oturturdu. Bayanlar ayrı, erkekler ayrı bir fenomen; Amigo Orhan ise bambaşka bir olaydı, orkestra şefiydi… Bayanlar olduğu için genelde bazı erkekler maça kravat takarak gelirlerdi. Küfür yok, saygısız bir davranış yok… Çünkü ön tarafta bayanlar var… Karşı taraf da orada bayanların oturduğunu biliyor, onlar da aynı şekildeydi. Sadece takımını desteklemeyi düşünen bir taraftar grubu… Eskişehirspor, Eskişehir’de o kadar büyük bir kenetlenme yarattı ki; anlatmak mümkün değil… O günleri yaşamak lazım.”

KURAN’A EL BASARAK YEMİN ETTİK

“Bir baktık ki; onu yeniyoruz, bunu yeniyoruz… O zamanlar play-offlar vardı. Eskişehirspor da play-offlara kaldı. Bursa iddialı, Mersin İdman Yurdu iddialı, Altınordu iddialı… Daha iki-üç tane daha böyle köklü ve iddialı takımlar var… Biz ilk kurulmuş, acemi bir takımız. Play-offlar başlamadan önce, Eskişehir Emek Otel’in terasında bir masa yapıldı. Masanın bir ucuna Kuran, ortasına ekmek, diğer tarafına da kılıç konuldu. Tıpkı askerler gibi masanın etrafına futbolcular ve idareciler olarak doluştuk ve masanın üzerine ellerimizi koyduk. ‘Namusumuz ve şerefimiz üzerine söz veriyoruz. Biz şampiyon olacağız’ dedik.”

“İŞTE FETHİ BU”

“Söz vermek kolay da; şampiyon olmak o kadar kolay mı? ‘İlk kurulduğumuz sene play-off heyecanını tadarız, bu tecrübeyle seneye de daha iyi bir performans sergileriz’ diyoruz. Yine sahaya çıktık, İstanbul’da Beyoğluspor’u 3-1 yendik. Geldik Bursa deplasmanına; stat dolu… Taraftar Bursa’nın şampiyon olacağına mutlaka inanmış. Biz de garip Eskişehirspor olarak sahaya çıkıyoruz. Benim ismim Bursa’da telaffuz edilmeye başlanmış, ‘Kim bu adam?’ diye… Maçın 30’ncu saniyesinde Hasan bir frikik attı, ben üç kişinin üzerinden ayağımı kaldırarak topu Bursa filelerine gönderdim. ‘İşte Fethi bu’ demişler. 1-0 galip duruma geçtik. Arkasından maçı 3-1 galip bitirdik. En büyük engel Bursa’ydı, Bursa’yı geçtikten sonra kendimize güven geldi. Ondan sonraki maçları da aldık. Bazen berabere kaldık, bazen de kaybettik.”

CEHENNEME GELDİK ZANNETİM

“Son maç Mersin İdman Yurdu, ondan sonra da Güneşspor’la Eskişehir’de oynayacağız. Uçakla bizi Adana’ya götürdüler. Adana’ya inince cehenneme geldik zannettim… Haziran ayı, 45 derece civarında bir sıcaklık var… Bizi bir Magirus otobüse bindirdiler. Mersin’e gidiyoruz. Ben camları açmaya uğraşıyorum; muavin geliyor, kapatmaya çalışıyor. ‘Yapma kardeşim’ dedim. ‘Ağabey kapat, daha serin olur’ dedi. Kapattık, fakat daha serin olmadı.”

“ADINI ZAFER KOYDUM”

“Mersin’e geldik. Gece bile 35 derece, yatmak mümkün değil… Zaten heyecan var… Sabaha kadar duşa giriyoruz, çırılçıplak iki saat yatağa uzanıyoruz. Uyur gibi yapıyoruz, kalkıyoruz yine duşa giriyoruz. Sonunda maç saati geldi… Maçtan önce limonlar sıkıldı, şişelere konuldu. C vitamini olarak maçtan sonra verilecek… Maça çıktık, bir Nihat bir tane de ben gol attım. Mersin İdman Yurdu’ nu 2-1 yendik. Büyük bir olay… Rahmetli Muzaffer’in de o gün oğlu oldu. Aziz Bolel Eskişehir’den ona müjdeyi verdi. Muzaffer ‘Adını Zafer koydum’ dedi.”

TARAFTAR UÇAĞI HAVAYA KALDIRMAYA ÇALIŞTI

“Maç bitti… Hararet de var, korkunç bir sıcak… Limon sularını içtik. Sen misin içen? Asit olmuş, hepimiz perişan… Uçağa bindik, Eskişehir’e geldik. Hava Kuvvetlerine girmek yasak fakat uçağın etrafında 10 bin taraftar var… Uçağı havaya kaldırmaya çalışıyorlar… Güç bela otobüse bindik, şehre doğru geliyoruz. Fakat gelmek mümkün mü? Yüz bin kişi havaalanından Ordu Evi’nin önüne kadar dizilmişler. Bir arabaya binmişler, rahmetli annem bile gelmiş. Adamın biri arabanın önüne yatmış; ‘Anne, ez beni! Öldür beni!’ diye bağırıyor. Annem ‘Ya oğlum, ben seni niye öldüreyim?’ demiş. Adam da ‘Ben bu günü gördüm ya, başka bir şey istemiyorum. Allah razı olsun doğurduğun evlattan’ demiş.”

“BU İNSANLAR SİZİ SEVGİDEN ÖLDÜRÜR”

“Eskişehir’e yaklaştık. Yunus Emre Caddesi’nin başına geldik. ‘Çabuk inin, kaçın. Bu insanlar sizi sevgiden öldürür’ dediler. Başladık kaçmaya… Biz kaçıyoruz, taraftar kovalıyor… Öyle bir depar attık ki; eğer o deparı ben maçta atsaydım herhalde daha fazla gol atardım. Eve zor sığındım. O maç Eskişehirspor’un şampiyonluğunu ilan etti. Ertesi hafta da Güneşspor’u yendik ve birinci lige çıktık.”

HER ŞEY BİRBİRİYLE UYUMLUYDU

“Dünyada kurulduğu yıl şampiyon olan iki tane takım varmış; bir tanesi de Eskişehirspor… Birinci lige çıktık. İlk yıl ligi sekizinci olarak bitirdik. Ertesi yıl Abdullah Gegiç geldi. Gegiç çok büyük bir antrenör… Sistem getirdi, futbol getirdi, oyun getirdi… Eskişehirspor Gegiç’le birlikte Türkiye’nin en iyi futbol oynayan takımı oldu. Eskişehirspor o kadar güzel futbol oynuyordu ki; Allah’ın bir lütfu, en iyi futbolcuları bir araya getirmiş. En iyi teknik direktörleri, yöneticileri vermiş. En iyi seyirciyi vermiş… Her şey o kadar birbiriyle uyumlu ki… O yıl da şampiyonluğa oynamaya başladık.”

BİZANS’A KAFA TUTTUK

“Eskişehirspor, futbol tarihinde devrim yapan bir takımdır. Çünkü o güne kadar hep İstanbul takımları hükümdarlığını sürdürmüş. Biz Bizans’a kafa tuttuk. Kıl payı şampiyonlukları kaçırdık. Bir puanla, iki puanla… Masa başında kaybettiğimiz maçlar da oldu. O yıllarda televizyon yok… Sadece radyoda dinlemekle, gazetede okumakla Türkiye’nin her yerinde Eskişehirspor taraftarları üremeye başladı… Her yerden mektuplar geliyordu, telefonlar geliyordu…”

TAKIM GENELDE AYNIYDI

“Takım aşağı yukarı hep aynıydı. Kalede Mümin oynuyordu. Sağ bek İlhan, değişmez. Sol bekte rahmetli Necdet ile başladık. Abdurrahman, Faik… Ortada İsmail değişmeyen isim... Yanında Nuri, Süreyya… Orta sahada Vahap, Kamuran, Burhan… Fethi, Nihat, Ender... Takım aşağı yukarı bu. Daha sonra Şevki ile Halil geldi. Doğan geldi, daha birçok futbolcu arkadaş geldi.”

BİR SEZONDA 63 GOL ATTIK

“Eskişehirspor’un sloganı ‘Fethi, Nihat gol at’ ile başladı. İkinci ligde kendimiz bilmeyerek ver-kaç yapmaya başlamışız. Bu ver-kaçlarla bütün takımları altüst ettik. Ben atıyordum, Nihat’a veriyordum; Nihat atıyordu, o bana veriyordu. Taraftar ‘Fethi-Nihat gol at’ deyince biz gol atıyorduk. Sonra Ender geldi. Ender gelince slogan değişti, ‘Fethi-Nihat-Ender filelere gönder’ oldu. Seyirci emir verdiği zaman biz gol atıyorduk. Bir sezonda 63 gol attık ki; üç büyük takımın attığı gol adedi kadardı… Kaçırdıklarımızı da atabilseydik belki 100 gol atabilirdik.”

“KENDİ KENDİNE Mİ GOL OLUYOR?”

“Şampiyonluklara oynarken 1970 yılında Türkiye kupasını aldık. Bursa’yla final maçını oynadık ve Bursa’yı yendik. İspanya’da Sevilla ile eşleştik. Resmi maç olarak ilk defa Avrupa’da sahaya çıkıyoruz. Sevilla da aynı Mersin gibi, gece maçı ve 44 derece… Maçın sonunda dört kilo verdim ve 1-0 yenildik. Bir de gol kaçırdım. Madrid’e geldik, Bernabeu Stadını geziyoruz. Gegiç de yanımda. Saha o kadar güzel ki; imreniyorsunuz. Dümdüz, halı gibi bir saha… Bernabeu Stadının ününü de biliyorsunuz... O atmosferi yaşıyorsunuz… Gegiç bana döndü dedi ki; ‘Fethiciğim, burada topa vursan kendi kendine gol oluyor değil mi?’ Benim kaçırdığım golü ima ediyor… ‘Hocam inşallah ileride biz de atarız’ dedim.”

SON 20 DAKİKADA 3 GOL

“Eskişehir’e geldik, 15 gün sonra rövanş maçı var. Çıktık sahaya… 69’ncu dakikada bir gol daha attılar ve 1-0 öne geçtiler. Elememiz için üç tane gol atmamız lazım ki; imkânsız yani… Kalmış 20 dakika… Gegiç’in yanına gittim ve ‘Hoca beni çıkar’ dedim. Maç bitti… ‘Git oyna, antrenman olsun’ dedi. ‘Yapma hocam’ dedim. ‘Çıkarmıyorum, git oyna’ dedi. 80’nci dakikada bir pozisyon oldu; bir plasede ilk golü attım. Arkasından 20 metreden bir şutla gol atağı attım. 90’ncı dakikada sahadan İlhan ortaladı, bir kafayla da üçüncü golü attım. Sevilla’yı eledik… “

SEYİRCİ GOLLERİ GÖREMEDİ

“13-14 bin civarında seyirci vardı. Seyircinin yarısından fazlası o golleri göremedi. Neden göremedi? 80’nci dakikada bir gol atmışım. Takımdaki oyuncu arkadaşlar dahil gelip tebrik etmiyorlar. Seyirci saate bakıyor; 10 dakika var, ‘Hadi biz çıkalım’ diyorlar… Tam kapıdan dışarı çıkınca ‘Gol!’ diye bir ses… Bütün seyirci tekrar sahaya dönüyor… Bakıyor; 2-1, kalmış iki dakika… Diyorlar; biz yine çıkalım. Çıkıyorlar, yine bir gol sesi… O zamanlar kamera da yok. O taraftar o golleri göremedi…”

GEGİÇ DEPAR ATARAK İYİLEŞTİ

“Gegiç’te bel hastalığı vardı. Beli tutulmuş, kulübede zor oturuyor. Bir baktım ki; Gegiç, o haliyle depar atmaya başladı ve iyileşti. Geldi, boynumuza sarıldı, öpüştük. ‘Fethiciğim, sen benim hayatımı kurtardın’ dedi. Çünkü onun bir final maçı vardı. O maçta futbolcular kızıl yıldızla bir takım hatalar yaptılar ve Gegiç’e şampiyonluğu kaybettirdiler.”

“BEN BÖYLE TAKIM GÖRMEDİM”

“Sevilla’nın teknik direktörü de Max Merkel. O zamanlar Avrupa’nın en iyi teknik direktörü ve Sevilla’nın başına da şampiyon yapmak üzere getirilmiş. İlk başta şok oluyor. Diyor ki; ‘Ben böyle takım görmedim.’ Gegiç’i tebrik ediyor ve biz ilk zaferi orada elde ediyoruz.”

“YA ÜNİVERSİTE YA FUTBOL”

“Futbola 1962 yılında amatör olarak başladım.1965 yılında profesyonel olarak ilk imzamı attım. 1974 yılında da bir sakatlık geçirdim. O sakatlık sonucunda da futbolu bıraktım. Bu sakatlık hayatımda önemli bir noktadır. Çünkü sakatlanmadan bir ay önce Yılmaz Büyükerşen ve eşi bizim eve misafir olarak geldiler. Yılmaz Bey o zamanlar Akademi Başkanı. Bana dedi ki; ‘Ya üniversite ya futbol’ Üniversite, hedefim… Futbol, para kazanıyorum… Böyle bir ikilem içerisindeyim. Göztepe maçını oynuyoruz İzmir’de. Sol ayağımdan tekrar sakatlandım, kireçler parçalanmış. Bir-bir buçuk ay kadar tedavi gördüm, iyileştim. Son Fenerbahçe maçı vardı 1974 yılında. Televizyonda ilk kez naklen yayınlanacak. Ben de kendimi o maça hazırlıyorum. Türkiye Fethi Heper’i görsün, tanısın istiyorum.”

“BU ANDAN İTİBAREN FUTBOLU BIRAKIYORUM”

“O maça çıktım. Fakat maalesef 10’ncu dakikada yine aynı sakatlık nüksetti… Yere düştüm… Beni kenara çıkartırlarken aklımdan geçen ‘Bu andan itibaren futbolu bırakıyorum’ oldu. 1974 yılının Haziran ayında futbolu bıraktım. Kasım ayında asistan olarak İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine girdim.”

ESKİŞEHİRSPOR’UN BAŞARISI EĞİTİM

“Peki, Eskişehirspor’u başarıya ulaştıran faktör nedir? Neden bu kadar çok sevildi? Neden bu kadar başarılı oldu? Bir kere korkunç bir sevgi vardı. Futbolcular arasında korkunç bir bağlılık vardı. Küçükler büyüklere saygı gösterir; büyükler de küçükleri sever ve korurdu… İkinci en önemli faktör de; eğitim… Takımda oynayan futbolcuların en az 7-8 tanesi Akademi öğrencisiydi. Eskişehirspor’un başarısı da bence buradan kaynaklanıyor.”

YATMADAN ÖNCE KONTROL EDERLERDİ

“Futbolcu sadece sahada futbol oynar, teknik direktör taktiklerini verir. Fakat yönetim de çok çok önemlidir. Çok kaliteli yöneticilerle birlikte çalıştık. Yöneticiler devamlı olarak futbolcuları kontrol ederlerdi. Geceleri saat 22.30’da yatmamız istenirdi. Saat 22.15-22.30 gibi yöneticiler ellerinde bir paket lokumla gelirler ve ‘Fethi, evde misin?’ diye sorarlardı. ‘Hadi buyur, ağzımız tatlansın’ derler ve kontrol ederlerdi. Yöneticilerin kontrolü dışında zaten şehrin kontrolü üzerimizdeydi. Hiçbir yanlış adım atma şansınız yok… Zaten Eskişehir küçücük bir yer…”

“SANA 450 BİN LİRA PARA VERİYORUM”

“Bu durumlarda iki senede bir transfer dönemi gelir ve kulüp yöneticileriyle pazarlık yaparsınız. 1970 yılında benim Eskişehirspor’la sözleşmem bitti. Yeni sözleşme yapacağız. Ben 150 bin lira istiyorum, Başkan Murat İnce Bey 130 bin lira veriyor. ‘150 bin lira verirseniz imzalarım. Vermezseniz imzalamıyorum’ dedim. Erdek’e gittim. Saat sabah 05.00, Metin Oktay geldi. Kendisiyle anne tarafından da akraba oluyoruz. ‘Kalk akraba, Galatasaray’a götürüyorum seni’ dedi. Taksiye bindik. 06.30’da da Bandırma’dan uçak var. İstanbul’a gideceğiz, sözleşmeyi imzalayacağız. ‘Sana 450 bin lira nakit para veriyorum. Benim veliahdımsın. Ben kralım, sen kralsın. Galatasaray’da daha büyük kral olacaksın’ dedi. Bandırma’da postanenin önündeki merdivenlerde oturduk. ‘Metin Ağabey’ dedim; ‘Ben Galatasaray’a gelseydim, seni Eskişehirspor’a transfer etmek isteseydim gelir miydin?’ dedim. ‘Ne demek istediğini anladım. Hadi, git evine. Sen Eskişehirspor’da büyü’ dedi.”

“BURSA’YA İMZA ATMA, 650 BİN LİRA VERECEĞİM”

“Tekrar Erdek’e döndüm. Akşamüstü Bursasporlu Mesut, Hasan ve birkaç kişi daha bir taksiye binmişler, Erdek’e geldiler. ‘Hadi Fethi, seni Bursaspor’a götürüyoruz’ dediler. ‘Çocuklar, ben Galatasaray’ın 450 bin liralık teklifini reddettim. Bursa’yı hayli hayli reddederim’ dedim. ‘Buraya kadar geldik. Getiremediler dedirtme bize. Gel, bir yemek yeriz. Yarın yine aynı arabayla dönersiniz’ dediler. Yanımda iki arkadaşım daha vardı. Sekiz kişi aynı arabaya bindik, Bursa’ya gittik. Bursa’yla konuştuk, olmadı tabi… Yemekler yendi, ertesi gün döndük. Metin Oktay’dan telefon… ‘Sakın Bursa’ya imza atma, 650 bin lira veriyorum’… Nakit, peşin 650 bin lira…”

PARAYI HEP İKİNCİ PLANA KOYDUK

“Beni İstanbul’a götürdüler. Son kez Murat İnce, arkasında Aydın Begiter, Yalçın Kılıçoğlu… Ben 150 diyorum, Murat Bey 130 diyor. Arkada Yalçın Kılıçoğlu taklalar atıyor. ‘Ben vereceğim 20 bin lirayı. Sus, yapma’ falan… ‘Ben gidiyorum’ dedim. Kolumdan tuttular, 150 bin liraya imzaladık. Yani Eskişehirsporlu futbolcular para için oynamıyorlardı. Para için oynayan da vardı tabi… Fakat genelde biz şan, şöhret ve Eskişehir için oynadık. Parayı hep ikinci plana koyduk.”

ESKİŞEHİRSPOR’U HEP BERABER YARATTIK

“Eskişehirspor bir ekoldür. Nasıl ki Michelangelo Musa’yı yapmış, karşısına geçmiş konuşuyor. Ya Musa demişse; biz de Eskişehirspor’u aynı bu şekilde yarattık… Sadece biz futbolcular mı? Taraftar, yöneticiler, herkes… Hep beraber yarattık… Bunun da bir simge olmasını isterim. Eski tarihin, yeni futbolcular tarafından bilinmesini isterim. O tarihlerde çekilen cefaların bilinmesini isterim. Bugün Eskişehirspor’a hizmet edenlerin de o takımın ruhunu yaşayarak daha da ileriye götürmelerini isterim.”

FETHİ HEPER KİMDİR?

Fethi Heper, profesyonel futbolculuktan profesörlüğe giden ilk ve tek Türk futbolcusudur.

Haber: Atahan GEZER