Yazı: Dr. Öğr. Üyesi İshak Tekin

Bilindiği üzere entelektüel anlamda gelişmenin göstergesi olarak kütüphanelerin yaygınlaşması, bir bölgenin ilim merkezi haline gelmesi, orada yetişen ve oraya dışarıdan gelen ulema sayısının artması, rıhleler neticesinde Dımaşk, Kahire, Horasan gibi farklı ilim merkezleri ile etkileşimin gerçekleşmesi, bu ilim merkezlerinde bulunan kitapların o şehre getirilmesi, ulema tarafından kaleme alınan kitap sayısındaki çoğalma ve kitap ticaretinin yaygınlık kazanması ile yakından ilişkilidir. Dolayısıyla ilmi alandaki bu birikim ve zenginliğin, medrese sayısındaki artış, hükümet merkezlerinin bir ilim merkezi haline gelmesi ve ilmi çalışmalarda üretime geçebilecek bir doygunluğa ulaşılması sonucu ortaya çıktığı söylenebilir.

Osmanlı’nın kuruluş döneminde kütüphanelerin gelişmesi için gerekli ortam olmamakla birlikte bu dönem entelektüel anlamdaki gelişmenin zemin kazandığı, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerin kaydedildiği bir dönem olarak karşımıza çıkar. Kendine özgü bir kültür ve medeniyet oluşturmada eğitim ve ilmi çalışmaların önemli olduğunun bilincinde olan Osmanlılar, İznik’in fethinden sonra ilk medreselerini inşa etmişlerdir. Buna karşın, kütüphane örneklerinin emareleri en erken Yıldırım Beyazıt dönemi medreseleri için söz konusu olabilmektedir. Siyasi birliğin sağlandığı ve başkentin Edirne’ye taşındığı II. Murad devri Osmanlı ilim ve fikir hayatındaki önemli gelişmelerin ortaya çıktığı bir dönemi ifade eder. Sultanın Tunca Nehri kenarına kurdurduğu Darülhadis Medresesi içerisinde bir kütüphane oluşturulduğu görülmektedir. Ayrıca Sultan II. Murad döneminde cami veya mescidler yanına inşa ettirilmiş kütüphane örneklerinden söz edilebilir.

İstanbul’un fethiyle birlikte ortaya çıkan devlet yapısındaki dönüşüm aynı zamanda sosyokültürel dönüşümü de beraberinde getirmiştir. Yükseliş döneminde İstanbul’da öncekilerden farklı şekilde külliyeler içerisinde vakfiyelerle kayıt altına alınmış müstakil kütüphanelerin vücut bulduğu görülebilir. Öte yandan Sultan II. Mehmed’e ait saray kütüphanesinde 5700-7200 civarında eserin kayıtlı olduğu bilinmektedir. Sahn-ı Semân kurulana kadar kiliselerden dönüştürülen Zeyrek, Mahmut Paşa ve Ayasofya medreseleri gibi eğitim kurumlarında kütüphaneler kurulmuşsa da Fatih külliyesinde Semâniye Medreseleri’nin hizmete girmesiyle diğer medreselerdeki kütüphaneler ve ayrıca sultanın kütüphanesindeki bazı kitaplar Fatih Külliyesi’ne taşınmıştır. Sonraki sultanlar II. Beyazıt, Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman dönemlerinde de İstanbul ile birlikte diğer şehirlerde kütüphane kurmaya yönelik çabalar devam etmiş, ayrıca fethedilen yeni topraklardan getirilen alimler ve kitaplar önemli bir birikimin İstanbul’a taşınmasına olanak sağlamıştır. Özellikle Süleymaniye külliyesi içerisinde medreselerin kurulması ve burada müstakil bir kütüphane oluşturulması ile Osmanlı kütüphaneciliği zirve noktasına ulaşmıştır. Özellikle Taşköprülü gibi ilim adamlarınca tarih yazıcılığı ve ulema biyografilerine ilişkin eserlerin kaleme alınmaya başlaması Kanuni döneminde ulaşılan seviyenin anlaşılması açısından manidardır.

Özetle ifade edersek, Osmanlı’nın kuruluş döneminde şahıs kütüphaneleri dışındaki kütüphane örneklerinin ortak özelliği, bunların medrese ve mescidlerin bünyesinde yer alması, küçük bir koleksiyona sahip olması ve bulundukları kurumun bir odasında bir veya birkaç dolapta muhafaza edilmesidir. Buna karşın yükseliş dönemindeki kütüphaneler, vakfiyeli, daha fazla sayıda koleksiyon ve kitap barındıran, hâfız-ı kütüb, kâtib-i kütüb, mücellid gibi münhasır ve maaşlı görevlilere sahip, müstakil binası bulunan özel kurumlar olarak karşımıza çıkar. Günümüze de İstanbul başta olmak üzere Bursa, Kütahya, Konya, Kayseri, Amasya, Manisa gibi birçok şehirde tarihi yazmaların yer aldığı önemli kütüphaneler varlığını sürdürmektedir. Bununla birlikte Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak hizmet veren Yazma Eserler Kurumu, İstanbul’daki ve Türkiye’nin dört bir yanında bulunan tarihi yazma ve matbu eserleri dijital ortama aktararak online bir veritabanı üzerinden kullanıcıların hizmetine sunmuştur. Ancak bu kitapların yazısının ve dilinin Arapça veya Osmanlıca oluşu bugünün araştırmacılarının baş etmesi gereken meydan okumalarından birisini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu zorluğun üstesinden gelebilmek için eğitim camiasına ve bugünün gençlerine kültürel mirasa sahip çıkma sorumluluğu düşmektedir.