19. yüzyılın sonlarına doğru bilinen klasik fizik teorilerinin (newton yasaları)tüm fiziksel olayları açıklamakta yeterli olduğuna inanılıyordu.Aynı yıllarda yapılan bir dizi deneysel çalışma, bu klasik çerçeve ile uyumsuzluk göstermeye başladı. Mevcut teoriler bu deneysel gözlemleri açıklamakta yetersiz kalıyordu. Sonunda klasik çerçeve çatırdadı ve fiziğe yeni kavramlar ve fikirler sokma zorunluluğu doğdu. 30 yıl kadar süren bir arayışın ardından kuantum mek aniği denilen yeni bir bilim felsefesi doğdu. 

Fizik biliminde ortaya çıkan bir teori olmasına karşın kuantum teorisi sosyal bilimler dâhil bilim dünyasında ve hayatın pek çok alanında uygulanabilir niteliktedir . Bu keşfin pek çok alana yenilik getirmesinin yanında, zihin-beden incelemelerine katkısı da bu alanda pek çok kuramsal yaklaşımın doğmasına, bugüne kadar kabul edilen gerçekliğin sorgulanmasına olanak sağlar. Bu değişimi takip eden araştırmalar,

• insan bedeninin yaydığı enerji ve etkilerini,
• insan beyninin yaydığı titreşimler ve bedeni etkileme gücü
gibi konular üzerine odaklanmaktadır.

Chopra, ana kumanda odası olarak gördüğü insan beyni ile bedeni arasındaki iletişimin temassızlığına dikkati çekerek bunun bedendeki pek çok değişimde olduğu gibi, hücresel bozulma ve iyileşmelerin de açıklaması olabileceğine vurgu yapar. Böylelikle bedende yolunda gitmeyen bir durumun sorumlusu olarak bilinçteki bir olumsuzluğa, ya da süre giden bir hastalık durumunun tersine çevrilmesinde yine bilinçte gerçekleşen bir uyanmaya işaret eder. 

Duygu, akıl, ruh ve beden sağlığının bir arada değerlendirilmesi holistik yaklaşımı ifade ederken Newton tıbbının sebebe yönelik indirgeyici yaklaşımının aksine, hastalıkların nedenleri pek çok etken bir arada değerlendirilerek tanımlanmıştır.