Seçimler artık geride kaldı. Ülkeyi 21 yıldır yönetmekte olan, giderek keyfileşen, otoriterleşen ve ülkeyi iktisadi ve mali açıdan bir yıkımın eşiğine getiren 21 yıllık iktidar halktan beş yıl daha ülkeyi yönetmek için onay aldı.

Herkesin malumu olduğu üzere, iktidar bloğu son seçimlerde oldukça kirli bir kampanya yürüttü. İktidarın kitle iletişim araçları üzerinde olan hakimiyeti de bu kampanyayı etkili kıldı. Maalesef, seçimin ana gündemini oluşturmasını beklediğimiz ekonomik yıkım, antidemokratik uygulamalar ve hukuksuzluk nispeten ikincil planda kaldı. Onun yerine din ve milliyetçilik odaklı kültür savaşı ve kimlik ve korkutma siyaseti daha etkili oldu; “bekâ yalanı” bir kez daha tuttu.

Oysa bu propagandanın içi boştu ve mevcut gerçeklikle tutarsızlık arzediyordu. “Dağlarda sadece 77 terörist kaldı” diyen bizzat dönemin şaibeleriyle meşhur İçişleri Bakanı’ydı. Durum buysa, korku nedendi? Tehdit kimdendi?

Ayrıca tüm dünyada savunma harcamalarının arttığı ve iktidarın savunma sanayi hamlelerini propaganda malzemesi olarak kullandığı bir dönemde, Türkiye’nin  genel savunma harcamalarında önceki yıllara göre bir düşüş vardı. Bir bekâ sorunu yaşayan bir ülkenin, küresel ölçekte savunma/silahlanma harcamalarının arttığı bir dönemde savunma giderlerinin azalmasının mantıklı ve rasyonel bir açıklaması yapılabilir miydi? Haliyle bu da bekâ sorunu söylemini boşa çıkaran bir somut olguydu.

Maalesef muhalefet de bu çelişkileri ve tutarsızlıkları halka anlatmakta başarılı olamadı.Netice olarak ülke siyasetinin “güvenlikçi eksende” yerleşmiş olması seçim kampanyası sırasında iktisadi durumu geri plana itti.

Ülkemiz mevcut şartlarda müthiş derecede dövize ihtiyacıyla karşı karşıya. Merkez Bankası kurdaki baskıyı tutabilmek için elindeki döviz varlıklarını tüketmiş halde. Artık bu sıkıntıyı Erdoğan’ın şahsi ilişkiler ağı sayesinde Rusya, BAE, Katar ve S. Arabistan üzerinden karşılayabilmenin imkânı kalmadı. Deniz bitti... Erdoğan da bunun farkında.

Tıkanmanın farkında olan iktidar haliyle yeniden Batı kampına yanaştı ve seçim kampanyası döneminde şeytanlaştırılan ABD ve Avrupa Birliği’yle ilişkilerin düzeltilmesi yönünde adım attı. Önce Ukrayna’nın NATO üyeliği için açık desteğini açıkladı. Tekrar bir Erdoğan klasiği izledik ve “bu can bu bedende oldukça olmaz” dediğine bir kez daha “olur” dediğini ve İsveç’in NATO üyeliğinin önünün açıldığını gördük. Ayrıca AB üyeliği için de önümüzün açılmasını talep ettik. Böylece hiçbir sıkılma yaşamaksızın 5-6 yıldır Haçlı İttifakı dediğimiz Batı’ya yeniden açılma dönemi başladı.

Artık bir Reislik/BaşYücelik Rejimi klasiği halini alan bu yeni Büyük Çarkediş Hamlesi’nin sebebi elbette bizatihi yaşanan ekonomik sıkıntılardan çıkış arayışıdır.  Seçim öncesi dönemin ekonomi anlayışını yansıtan sözde Türkiye Modeli dört ayak üstüne oturuyordu: Üretim-Yatırım-İstihdam-İhracat. Sonucu da Cari Fazla olacaktı. Ancak ortaya şöyle bir tablo çıktı:  Üretim yerinde saydı fakat onun yerine çılgınca tüketim yaşandı. İhracat fiyatı da ithalat fiyatının çok  gerisinde kaldı. Yani daha pahalıya alıyor ama daha ucuza satıyor olduk. İhracat-ithalat dengesi de ithalat lehine korkunç bozuldu. 2023 yılınının Ocak-Mayıs döneminde dış ticaret açığı 56 milyar dolar oldu.

İstihdam ise zaten çok yetersiz. Ortada cari fazla da yok!  2022 Mart ayında 12 aylık cari açık 18.3 milyar dolardan 2023 Mart ayında 54.2 milyar dolara fırladı.   Oysa cari açık 2021 yılında sadece 7.2 milyar dolardı. Türkiye ekonomisi 18 ay üst üste cari açık verdi.

Cari dengeyi Rusya-Ukrayna savaşı ile yükselen enerji fiyatları mı bozdu? Hayır! Dünya piyasalarında enerji fiyatları düşmekte. Ama bizde enerji fiyatı artmaya devam ediyor.

Yaşadığımız cari açığın kaynağı enerji fiyatları değil uygulanan negatif faiz politikası oldu. Negatif faiz sonucunda üretim ve istihdam yeterince artmadı ama tüketim arttı. Gelirler düştü ve fiyatlar fırladı.

Bugün neredeyiz?

Dün akşam yapılan ÖTV artışıyla 1 lt benzin 35 TL oldu.

Yazın ortasındayız ama hâlâ pazarda soğan 15, patates 20, salatalık ve domates 25 TL! 30 TL'den aşağı meyve yok, eli ayağı düzgün olanı 40 TL! Manav ve market fiyatları daha yüksek!

Ama iktidara göre enflasyon düşüyor!!! Ve sözde Nass’dan şaşmaz iktidarın “işini bilir” kurumları ve yetkilileri sayesinde yine gerçekçi olmayan bir enflasyon oranı tespit edilmiş ve ona göre çalışanlara ücret artışı verilmiştir. Bir başka deyişle, ücretliler ve emekliler enflasyona yine bilinçli olarak ezdirilmiştir.

Öte yandan bir başka manzaraya da dikkatinizi çekmek isterim: Ülkemizde 2021’de yüksek gelir grubundaki olanların oranı yüzde 15'ten 2022’de yüzde 20'ye çıkmış durumda. Bu ilk başta pozitif bir gelişme olarak görülebilir. Öyle ya, toplumda zengin insan oranı bir hayli artmış! Ancak orta ve düşük gelirliler grubunda olanların oranına baktığımızda bunun hiç de öyle olmadığını görmekteyiz. 2021’de yüzde 70 olan orta gelirli kesim oranı 2022’de yüzde 20’ye düşmüş durumda. Buna karşılık 2021’de yüzde 15 olan düşük gelirliler grubundakilerin oranı da 2022’de yüzde 60’a çıkmış durumda.

Kısaca olan şudur: Ülkeyi felakete götüren ekonomik politikalar sonucunda iktidara yakın belli bir zümre semirir ve zenginleşirken orta sınıf erimiş ve toplumun çoğunluğu da yoksullaşmıştır. Evet, Türkiye giderek yoksullaşan bir ülke durumundadır. 2013’ten beri sürekli düşüş gösteren kişi başına milli gelirde ilk defa 2022’de artış görülmüştür ama giderek bozulan gelir dağılımı adaletsizliği sayesinde milli gelirdeki artıştan toplumun geneli değil sadece sınırlı bir kesim istifade etmiştir.

Ülkeyi ekonomik olarak yıkıma götüren yanlış iktisat politikalarının, seçim ekonomisinin, israfın ve yağmanın faturası tamamen halkın üzerine yıkılmıştır. Reislik/BaşYücelik rejimi kaşıkla verdiğini kepçeyle geri almaktadır. Bunun sonucu olarak da seçimlerin ardından bir zam ve vergi furyasıyla karşı karşıya kalmış durumdayız.

Ancak aslî meselelerin konuşulmaması konusunda oldukça mahir ve geniş bir propaganda ağına sahip olan iktidar vatandaşın hayati meselelerini konuşturmamak için yeni bir mevzu daha ortaya sürmeyi bilmiştir. Seçim öncesi dönemde muhafazakar seçmeni ikna etmek için seçimleri hak ile batıl ve hilal ile haç arasında mücadele olarak gösterip halkın yarısını tekfir etme cüretini göstermiş hoca kod adlılar tayfası, yeni Milli Eğitim Bakanı’ndan aldığı sinyalle KARMA EĞİTİM/KIZ OKULLARI tartışması başlatmış ve yine din ve değerler devreye sokulmak suretiyle zulüm ve hayat pahalılığının üstü örtülmeye çalışılmıştır. Maalesef yine halkın dini değerleri sihirbazların asası haline sokulmuştur.

Artık toplum olarak idrak etmemiz gereken temel gerçeklik şudur: Güçlü devlet kesinlikle daha çok silaha, askere ve polise sahip devlet demek değildir. Güvenlik de sadece bunlarla sağlanmaz. Güçlü devlet, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayan devlettir. Bunların da başında halkın hayatını adalet ve güvenlik içinde devam ettirmesi gelir. Bu da hukuk devleti, ekonomik ve sosyal adalet, can güvenliği ve temel hak ve hürriyetlerin korunması olmaksızın olmaz. Bunlar olmadan sadece devasa güvenlik güçlerine sahip olmak devleti sadece vatandaşları karşısında zorba konumuna sokar.

Eğer on yıllardır yaşadığımız sorunları defalarca tekrar tekrar yaşamak ve aynı taşa tekrar sürtmek istemiyorsak artık talep etmemiz gereken şey gücünü şiddet kapasitesini göstererek bize sunan devlet değil temel hak ve hürriyetleri koruyan, adaleti temin eden ve adil gelir dağılımı için çalışan bir devlettir.

Ve artık anlaşılmıştır ki,  21 yıllık AK Parti iktidarı ve 17 Nisan 2017 Referandumu sonucu kabul ettiğimiz adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adını verdiğimiz düzenleme sonucunda ortaya çıkan Reislik/BaşYücelik Rejimi bu yolda değildir ve hiçbir zaman da bu yolda olma amacını taşımayacaktır.