Su kaynaklarında bu yıl itibariyle yaşanan sıkıntılar akıllara ‘susuzluk’ kavramını getirdi. Aslında senelerden beri kaynak konusunda grafik aşağı doğru seyrediyordu. Bu yıl çoğu şehirde barajların doluluk oranlarının düşmesi ve tarlada mahsullerin yanması vatandaşın gözünü açtı.

Eskişehir’de de yaşanan su sıkıntısını defalarca köşemde ele aldım. Bugün farklı bir alt başlıkla ana konudan bahsedeceğim:

Su kaynaklarının yönetimi konusunda bizi nasıl bir gelecek bekliyor?

Türkiye’de iklim değişikliğinden etkilenmesi beklenen ana sektörlerin içme, kullanma suyu, tarım ve sanayi olduğu uzmanlar tarafından son zamanlarda sıklıkla dile getiriliyor.

Gıda fiyatlarının artışını her yönden sorgulamakla birlikte özellikle tarımda yaşanan su kaynaklarındaki sorunları da fiyat artışına doğru orantılı bir şekilde eklemek gerekiyor.

Peki, yapılması gerekenler nelerdir?                           

Kayıp ve kaçakların azaltılması, yağmur suyu ve arıtılmış atık su gibi alternatif su kaynaklarının yaygınlaştırılması, su tasarruflu teknolojilerin uygulanması, tarım için uygun ürün deseninin seçilmesi, endüstri için sıfır deşarj yaklaşımının benimsenmesi ve temiz üretim uygulamalarına geçilmesi gibi önlemleri yerel yönetim ve bakanlıklar hayata geçirmeli.

Suyun ülkemizdeki sektörel dağılımına bakıldığında, 2004 yılı verilerine göre tarımda kullanım (sulama) %74, evsel kullanım (içme-kullanma) %15, endüstriyel kullanım ise % 11’dir. Bu oranların 2030 yılında sırasıyla % 64, % 16 ve % 20 olacağı öngörülüyor. Tarım sektöründe oransal olarak azalma, endüstride ise yaklaşık iki kat artış beklentiler arasında.

Yapılan araştırmalar 2015-2100 periyodunda ülkemizde ciddi sıcaklık artışlarının yaşanacağını belirtiyor.

Bu sıcaklıkların yaratacağı sıkıntılarıysa temelde madde madde özetlersek karşımıza şöyle bir veri tablosu çıkıyor:

-Taşkın; ekstrem hava olayları nedeniyle kış aylarında nehir akışlarının, yüzey akışlarının ve taşkınların artması bekleniyor.

-Kuraklık; yüksek sıcaklık bariz kuraklığı da artıracak.

-Hidroelektrik güç; akıştaki değişiklikler temiz güç üretimini azaltacak.

-Tarım; sulama suyu ihtiyacı artacak.

-Nehir akışı; değişimler su temini, su kalitesi, balıkçılık ve rekreasyon faaliyetlerini etkileyecek.

-Yer altı suyu; düşük olan su seviyesi sonucunda derin olmayan bazı kuyular kuruyacak. (Burada ayrıca kaçak su kuyularından bahsetmek istiyorum. Her önüne gelenin kuyu açıp suları kurutmasına engel olmak için devlet acil müdahale planları hayata geçirmeli.)

-Su kullanımı; tarımsal, kentsel ve çevresel su talebi artacak.

-Deltalardaki su setleri; deniz seviyesindeki artış su setlerini tehdit edecek.

-Habitat; ısınmış nehir suları somon gibi soğuk suda yaşayan canlıların nüfusunda ciddi yaralanmalar meydana getirecek.

Bununla beraber hidroelektrik santrallerle elektrik arzı iklim değişikliği ile birlikte tehlikeye girebilir. Yağışın yıl içerisindeki düşüş zamanının değişmesi hidroelektrik enerji üreten barajların yönetilmesini güçleştirir.

Aşırı yağışların getirdiği toprak kaybı ve tuzlanma sonucu toprak veriminin kaybedilmesi ya da yağış azlığı nedeniyle sulama suyunun sağlanamaması gibi birçok durum gıda güvenliğini de tehlikeye atacak. (Bakınız, son zamanlarda tarım ürünlerinin susuzluktan yanması ve gıda fiyatlarının artışı. Kıymetini bilelim, anı yaşayıp önlem almamaya devam edersek market raflarında meyve-sebze bulamayacağız. Tarım sektörünün zarar görmesi iç göçü de tetikliyor. Kırsalda genç nüfus kalmadı.)

Suyun depolanması ve geleceğin gıda üretiminde önemli payı olan yenilenebilir yeraltı suyu kaynakları hakkında da sınırlı bilgi mevcut. Özellikle kırsalda ciddi eğitimler düzenlenmeli.

Önümüzdeki süreçte çevreyi koruyucu yaklaşımlar saydığım maddelere dayanarak yapılırsa büyük krizlerin önüne bir nebze de olsa geçmiş oluruz. Yaklaşımlar küresel değil bölgesel olmalı, uyum stratejileri yerel ölçekte geliştirilmeli.

Ülke genelinde su mevcudiyeti açısından en kritik 30 yıllık dönemin, 2041-2070 arası olduğu bilimsel çalışmalarla da destekleniyor. Yaşanan küresel kriz zaten bas bas bağırıyor. Artık laf kalabalıklarını bırakıp 2015-2100 periyoduna yönelmeliyiz. Bakanlıklar, yerel yönetimler hatta her bireyin gelecek nesil ve gezegenimiz için büyük sorumlukları var.