Dünya var olduğundan beri insanoğlu kendi hikayelerini yazmaya başlamıştır. Bu hikayeleri yazarken kan, ter ve gözyaşı ile emeğini harmanlayıp başarılara imza atmış ve bu başarıları gelecek nesillere aktararak yapmış olduklarının kalıcı olmasını sağlamıştır.

Şanlı şerefli Türk tarihi eğer bir kitap, roman olsaydı ecdadımızın Çanakkale muharebelerinde yazdığı tarihe geldiğimizde o sayfaların mürekkep ile değil kan ile yazıldığına şahit olurduk.

Çanakkale muharebeleri iki yüz senedir mağlubiyetler ile hüsrana boğulmuş bir milletin düşüşten yükselişe geçişinin dönüm noktası olmuştur. Yurdun her yerinden bu muharebeye katılmış ve savaş öncesinde savasın içinde ve savaş sonrasında bize anlatabileceğimiz kalıcı tarihi insan hikayeleri kalmıştır.

Yazı dizimizin bu ilk bölümünde sizlere 21 Temmuz 1915 yılında Kerevizdere’de Fransız mevzilerinde yaşanmış olan ancak hikayesi tarihin tozlu sayfalarında kalan Eskişehir Ilıca köyünden Ömer oğlu Nasuh onbaşının hikayesini anlatacağım.

Ömer Oğlu Nasuh

Çanakkale muharebelerinin en yoğun olduğu aylardı. Gündüzleri güneş cehennem sıcağını andıran kavuruculuğunu askerlerin yüzüne vuruyor kuyulardan çekilen sular bile ılıklığı askerlerin dilinin damağının kurumuşluğunu geçirmiyordu. Yemeklerin üstüne yıldırım hızıyla uçuşan kara sinekler ise ağır gecen siper yaşamının belki de en feci anlarıydı. O sırada düşman ateş etmiyor ya da taarruza geçmiyorsa ya da ecdadımız süngü hücumuna geçmek ve şehit olmak için siperin içinde biraz uyumak için vakitleri oluyor ve bu anlarda ancak yarenleri ile sohbet edebiliyor ailelerine mektup yazıp Çanakkale’nin o muhteşem Gelibolu bülbüllerini dinliyorlardı.

Cephe savaşlarının siper savaşlarına kadar küçüldüğü zaman her süngü hücumuna kalktığımızda cepheyi tedarikli kullanmamız gerektiği için hücum öncesi sayıları 500 ile 600 kişi olan ecdadımız süngü hücumundan sonra geri hatta en fazla 5 ya da 6 kişi olarak dönüyor yüzlerce ecdadımız her süngü hücumunda terk-i can ederek vatanımızın topraklarını kanları ile suluyor kefereye aman vermiyordu.

Kerevizdere’de de durum bundan farklı değildi. Süngü hücumu için atağa kalkacak askerlerimizin önünde Fransız siperlerinde ağır makinalı tüfekler vardı ve bu durum 55. Alay 5. Bölüğün komutanı Yüzbaşı Mustafa Efendi’nin sinirlerine dokunuyordu.

Tümen komutanı dahi 2. Taburun önünde ‘’Düşman bu cesareti göstersin tuhaf şey.’’ diyordu. Fransızların ağır makinalı siperlerine bertaraf etmek yıkmak gerekiyordu ancak bu pervasız yapılacak olan bir süngü hücumu ile mümkün olamayacağı gibi askeri boş yere kırdırmış olurlardı.

Birkaç gönüllü asker ile siperlere sızılabilir ve siperlerde bulunan ağır makinalı tüfekler imha edilerek küstah Fransızlar siper hattı bozguna uğratılabilirdi. Ancak bu görevde ölüm muhakkak olduğu için tümen komutanı asker seçmekte tereddüt ediyordu. Her bir vatan evladı onun için çok değerliydi ve bunu düşünce onu yiyip bitiriyordu.

Yüzbaşı bu durumdan etkilenmişti tabur komutanı ile görüşerek ‘’Biz bu siperleri yıkarız fakat en sevdiğim askerlerimden birkaç tanesini feda etmek lazım.’’ diyordu. Tevafuk eseri yüzbaşının bu isteğini duyan Onbaşı Nasuh bir kahramanının vakur durusunu takınarak gür bir sese ‘’Ben bu vazifeye gönüllüyüm kumandamınım amma velakin istediğim arkadaşlarımı bana verin olur mu?’’ diyerek komutanı Yüzbaşı Mustafa’nın karşısında dikiliyordu.

Tabur komutanı bu isteğe muvafakat gösteriyordu ve Yüzbaşı Mustafa’da gereken talimatları Ömer oğlu Nasuh Onbaşı ve küçük birliğine veriyordu. Nasuh yanına üç arkadaşını daha istemişti. İnegöllü Mehmet Emin oğlu Mustafa (1304 doğumlu) Ankara Kalecik kazası Dalyasan köyünden İbrahim oğlu Hüseyin (1302) doğumlu kader arkadaşı yareni aynı köyden büyüyüp yetiştikleri Eskişehir Ilıca köyünden Mehmet oğlu Abdurrahman (1299 doğumlu) bu küçük birlik artık Nasuh’un müfrezesiydi. Artık talimatları eksizsiz dinleyerek muvaffak olmak üzere harekete geçmek için hazırlanmışlardı.21 Temmuz günü sabahın fecirden hemen önceki zamanıydı ortalık fecirden önceki en karanlık haline bürünmüş siperlerden tek ses gelmiyor ara sıra çekirge seslerinin rüzgarda ağaç dallarına çarpıp geri dönen yankısı işitiliyordu. Ağaçlara tüneyen baykuşların ötüşüne attıkları adımları denk getirmeye çalışan Nasuh ve arkadaşları Fransız siperlerine doğru sessiz ve sedasız sızmaya başlamışlardı.

15 dakika sonra düşman siperlerinden 4-5 el bombasının sesleri duyuldu sonra kesik kesik boğuşma sesleri duyulmaya başlandı. Bu habersiz hücumdan telaş eden düşman etrafa şaşkın kurşunlar maksatsız top ve havan mermisi fırlatıyordu. Top ve havan mermilerinin açtığı çukurlardan keskin ve bayıltıcı ölü insan kokuları geliyordu

Siperlerde bulunan herkes Nasuh Onbaşı ve arkadaşlarını bekliyorlardı. Nasuh görevini ifa ederek 7. Bölük Mıntıkası’na dönmüştü fakat arkadaşları yanında yoktu. Bunlar da vazifelerini yerine getirmiş ancak geri dönememişlerdi. Yüzbaşı ‘’Arkadaşlar hepimiz için bir şereftir.’’diyorlardı.

Tümen komutanları sabahın ilk ışıklarında dürbünü ile düşman siperlerinde bulunan ağır makinalı silahların imha edildiğini fark ediyor ve taburu tebrik ederek Nasuh’un göğsüne kendi eli ile Osmanlı Yıldızı nişanını takıyordu. Nasuh ise sadece mahcup bir ifade ile vazifesini yaptığını söyleyerek başını öne eğmiş şehit düşen arkadaşları için gözyaşı döküyordu.

Nasuh ve arkadaşlarının bu fedakârlığından sonra süngü hücumları tekrar başlamış ve Fransızlar daha aşağı menzillere geri çekilmek zorunda bırakılmış savaşın seyri değişmiştir.

Nasuh onbaşı ise bu hücumlarından olduğu günlerden birince 24 Temmuz 1915 günü görgüsünde takılı olan nişanın bir parmak aşağısından ve boynunda vurularak şehit düşmüş şehit vücudu bulunduğunda ise üstünden bir yazma çıkmış yazmaya sırma ile işlenmiş Hesna ve Ayşe isimleri bölüm komutanını nazarı dikkatini çekmiş bu emanet bölük komutanı tarafından emanete alınmıştır.

Bir gün yolunuz Eskişehir’e düşerse veya zaten Eskişehir’deyseniz Ilıca köyüne mutlaka gidiniz. Yolda giderken alelade gitmeyin. Sarı çamlara uzun uzun bakın dağların sıra sıra dizilişini selamlayın çünkü onlar Ömer oğlu Nasuh onbaşının şehadete gidişine şahitlik ettiler. Ilıca köyüne vardığınızda köyün meydanında bulunan kıraathaneye oturun. Zafer Tosun kim diye sorun. Kahveye hemen gelecektir Nasuh Onbaşı’nın kızı olan Hesna’nın şu an yaşayan tek torunudur. Zafer Tosun’un gözlerine uzun uzun bakın çünkü o gözlerde Nasuh Onbaşı’yı göreceksiniz. Köyden ayrılırken sarı çamların olduğu yerlere geldiğinizde arkanıza dönüp bakarak Nasuh’un köyden ayrıldığı gün dediği gibi ‘’Allahaısmarladık’’ diye vedalaşın.