Günümüzde evladımızın tırnağı acısa bizler hemen yaygara yapar, evladımız için ortalığı ayağa kaldırmaktan hiç çekinmeyiz.

Çanakkale muharebeleri esnasında ise ecdadımız yaşlısı genci çoluk çocuğu demeden elden avuçtan ne gelirse ordumuzun muzaffer olabilmesi için tüm gayreti göstermiştir. Henüz cephede savaşamayacak kadar küçük yaşta olan Saka Hüseyin ise bize bunun en güzel örneklerinden biridir. Çanakkale savaşı komutanlarından biri olan Baki Vandemir Paşa bize Saka Hüseyin‘in başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor.

“İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası’na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı 2. Bölük erlerinden Hayrabolu’lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi. Sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıktı. Bigalı Köyüne gidip, kuyulardan tahta damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı.
Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama, yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı: “Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere” katır gide-gele bu yollara alışmıştır.
Fakat yolda, Hüseyi’nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu:
“Pınar baştan bulanır
İner dağı dolanır
Al başımdan sevdayı
Buna can mı dayanır.
Rinna, rinna yarim
Rinna, rinna.”
Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak “deh” deyip akşam karanlığında yola koyulur. Siperlerde 2. Bölük su bekliyor. Yaralılar daha da çok su bekliyorlar.Birden bire, yanı başında iki karaltı beliriyor.Gavurca haykırıyorlar!
“Dur! kımıldama!”
Hayrabolulu Hüseyin’in yapacak hiçbir şeyi yok aklı almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, “Kumandan, kumandan?…” diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak “Emret gavur kumandan!” der. Derhal bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder.
“Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza hediyemizdir. Düşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!” ve arkasından ilave etti. Bu sudan verinde bir bardak ben içeyim der!”
Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir… Gözleri dolar. İlk iş Hüseyin’i kucaklayıp iki yanağından öpmek. İkinci iş, Hüseyin’i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin’i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o ” comed bell” kutularından, Oxo et suyu özünden, sarma tütünden, cigara kağıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak… Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçiktedir.”