OdaTV'nin haberine göre;  Tuz olarak tanımladığımız NaCl’nin bedenimiz üzerinde yüksek agresiviteli bir etkisi vardır. Deri ve genelde böbrekler, bu NaCl’yi tekrar ayrıştırmamızı sağlarlar. Ancak yaşımız ve bünyemize göre sadece belirli bir miktarını ayrıştırabiliriz; günde yaklaşık 5-7 gramını, daha fazlasını değil.

İlginç olanıysa, bizim günde sadece endüstriyel gıdalardan, yani konservelenmiş olan hazır gıdalardan 12-20 gram NaCl aldığımızdır ki henüz bunun içinde kendi kattığımız tuz yoktur. Bu şekilde bedenimize ayrıştırabileceğimizden çok daha fazla NaCl almış oluruz. Bedende ayrıştırılamadan kalan NaCl’den, yani bu agresiviteden bedenimiz kendisini bir şekilde korumalıdır

Bir deney yapalım: iki adet akvaryum alalım ve birinin içine doğal deniz suyu koyalım ve balığın yaşaması için gereken ortamı sağlayalım; diğer akvaryuma tuzlu, yani NaCl’li su koyalım ve aynı şekilde balığın yaşaması için gereken ortamı sağlayalım. Şimdi eğer balıkları içine koyarsanız, deniz suyunda olan balığın normal yüzdüğünü, diğerinin ise 2-5 dakika sonra zehirlenerek öldüğünü görürsünüz.
Bu balıklar bedeninizdeki hücrelerdir ve siz böyle bir ortamda yaşayabileceğinizi düşünüyorsunuz. İşte bu nedenle bedeniniz sizi kendisinden korumaya çalışmaktadır. Bedeniniz, ayrıştırılmamış olan tuzu bir şekilde etkisizleştirmek zorundadır ve bunu “değerli” hücre suyunuzla yapmaktadır.

Hücrenizin canlılığını sağlayan şey, bedeninizdeki NaCl’yi izole etmek ve tarafsızlaştırmak için her defasında 23 katı miktarla kurban edilmek zorundadır. Ayrıştırılamayan her gram NaCl yüksek değerli, yüksek yapılı hücre suyunuzun 23 katına bağlanmak zorundadır. Bununla birlikte hücreleriniz ölür ve bu şekilde bedeniniz kurur. Sonrasında aynı ilkbaharda bodrumunuzdan çıkardığınız elmaya benzersiniz, kırışıktır ama hâlâ elmadır, işte bu da bizim yaşlanma sürecimizdir.

Bazı insanlar ileri yaşlarda genelde sadece % 56-58 sıvı ihtiva ederler. Tam da bu durumda çok su içmek gereklidir, günde en az 2 litre. Ancak yaşlılıkta insan artık susuzluk hissetmez, susuzluk hissi artık yoktur, çünkü bedende çok az tuz vardır. Ancak bu durumda osmozu sağlayan tuzdan söz etmekteyiz. Ve eğer tuz alırsanız, o zaman doğal bir susuzluk hissiniz olur.

Ancak biz “tuz”dan bahsediyoruz, NaCl’den değil! Beden, ancak belirli bir dereceye kadar hücre suyunu yansızlaştırmak için kurban edebilir, çünkü daha fazlası ödem oluşumuna sebep olur.
Bunlar, hazır gıdalarla almış olduğunuz diğer anorganik cüruflar için mükemmel bir çöplük olarak hizmet eden su dokularıdır. Ve birdenbire ağırlaştıkça ağırlaşırsınız. Şimdi beden kendisini tekrar korumak zorundadır. Koruma için bedenin bir sonraki adımı ekristalizasyondur. Kristallerin basınçla büyüdüklerini öğrenmiştik. Bunlar dağlarda büyürler. Bedenimizin dağları da kemiklerimizdir. NaCl rekristalizasyona başladığında kristaller buralarda büyümeye başlar. Ancak bunun için NaCl daha fazla hayvansal albümine ihtiyaç duyar. Ancak bedeninize aldığınız tüm elementlerin öncelikle ayrıştırılmaları gerekmektedir. Ve bu da albüminde aminoasitler demektir, bunların teker teker kombinasyonlarıyla -bunun için 347 trilyon kombinasyon mümkün- bedensel albümin, diğer adıyla kas dokusu oluşabilir. Fakat bu aminoasitlerin tümü örneğin hayvansal albüminde bulunmayan Lysin veya Triptosan katılamadığında gerekli olan 347 trilyon kombinasyon imkanları oluşamaz ve böylece almış olduğunuz albüminin hiçbir değeri olmaz, bedeninizde küçük kristaller olarak kalır. Bunu, karanlık zemin mikroskopisi yapan doktorunuzda kendi kanınızla yaptırabilir ve böylece bu yöntemle ışığı yandan alan kanınızın üç boyutlu halini, yani canlılığını örebilirsiniz.

Böyle bir deneyden önce bir bardak süt içerseniz, sindirilemeyen albüminin nereye gideceğini bilemediğini görürsünüz. Albümin vücuttan dışarı çıkabilmek için ürik asit geliştirir. Vücut, bu ürik asidin sadece bir kısmını atabilir, bir kısmıyla da bedende NaCl’yle birlikte kemiklerin üzerinde kristal tortular oluşturur ve kemiklerin kalınlaşmasına sebep olur

Eklemlerin üzerinde oluşan bu kristalleşmeden dolayı sürtünme oluşur. Sürtünme de enflamasyona, diğer bir adıyla iltihaplara sebep oluyor. İltihaplar bağ dokunun da temel madde üzerinde birikmelerine, diğer bir deyişle ödem veya şişmelere sebep olur ve sinirlerin üzerinde oluşan baskıdan dolayı ağrılarınız başlar.

Klasik bir doktora gittiğinizde de size romatizma, artrit, artroz, gut teşhisi konulacaktır. Oysa tamamlayıcı tıpla uğraşan bir doktor bunu bedenin latent asidozu ve temel maddeden biriken artık ürünlerinden olduğunu görecektir. Kemiklerinizin üzerinde birikmiş olan bu “çöpler” den dolayı ölmek istemiyorsanız, onlardan kurtulabilmeniz için rafine işlemiyle ayrıştırılmış olan antagonistlere ihtiyacınız var demektir.

Size tavsiyemiz: Kendinizi rafine edilmiş inorganik olarak moleküler bir yapı oluşturan ürünlerden ve insanlardan koruyunuz. Sonuçta, damarlarınızdaki tuz sayesinde bedeninizde ölçülebilir enerji, ölçülebilir elektrik oluşur. Örneğin, hastaneye götürülmek üzere ambulansa alınan bir kazazedeye tuz infüzyonu verilir, kana destek olmak üzere değil, elektrik devresini tamamlamak için. Devre kapanamadığı takdirde ışıklarınız sönecektir, çünkü onun için de bedenin elektrolit seviyesini korumak önemlidir.

Bunun için de NaCl’ye değil, gerçek tuza ihtiyacınız var. Bu tuzun içindeki tüm antagonistlere, yani diğer tüm elementlere ihtiyacımız vardır. Aynı çamaşır makinesinin kireçlenmesinde kullandığınız calgon tuzu gibi, bedeninizde de moleküler bağlantıları çözüp atmanız gerekir. İnorganik olarak oluşan moleküler bağlantılar tekrar düzene maruz kalarak parçalanıp, evreleri suyla kaplanarak, hidratize olarak, iyonlar halinde dışarı atılabilmekte.

Kaynak: Eskisehir.net Haber Merkezi