Marmara Denizi'nde son dönemde art arda meydana gelen sarsıntılar, bölgedeki deprem beklentisine yönelik endişeleri yeniden artırdı. Milyonlarca vatandaşın gözü kulağı bilim insanlarından gelecek açıklamalardayken, deprem bilimci Prof. Dr. Şener Üşümezsoy’dan gündemi değiştirecek dikkat çekici bir uyarı geldi. Katıldığı bir televizyon programında Marmara'daki sismik aktiviteyi değerlendiren Üşümezsoy, kamuoyunda yaygın olarak kabul gören deprem senaryolarına bilimsel bir itirazda bulundu. Uzman isim, asıl tehlikenin Marmara’nın güneyinde, Yalova açıklarında biriktiğini vurgulayarak, deprem tartışmalarının odağını farklı bir bölgeye çevirdi. Üşümezsoy'un analizleri, mevcut risk haritalarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiği yönünde önemli bir tartışma başlattı.
Adalar Fayı Teorisine Net Karşı Çıkış
Deprem bilimci Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, İstanbul için en büyük tehdit olarak gösterilen ve sıkça dile getirilen “Adalar Fayı kırılacak” iddialarına katılmadığını net bir dille ifade etti. Üşümezsoy, Adalar segmentinin yakın bir gelecekte büyük bir deprem üreteceği yönündeki popüler teze karşı çıkarak, farklı bir mekanizmanın işlediğini savundu. Bilim insanına göre, İstanbul’un hemen güneyinde yer alan fay hattı üzerindeki enerji birikimi, sanıldığı kadar kritik bir seviyede değil. Üşümezsoy, söz konusu fay hattının enerjisinin önemli bir kısmının geçmiş depremlerle boşaldığını belirtti. Anılan yaklaşım, Marmara Denizi’nin kuzeyine odaklanan mevcut deprem senaryolarına karşı güçlü bir alternatif oluşturuyor. Uzman isim, risk değerlendirmesi yapılırken tüm verilerin bütüncül bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini söyledi.
Yeni Risk Merkezi: Marmara'nın Güney Hattı
Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, Marmara Denizi'ndeki asıl sismik tehlikenin kuzeyde değil, güneyde yoğunlaştığını belirtti. Üşümezsoy, 1999 Gölcük Depremi’nin ardından stresin Adalar Fayı üzerinden güneye doğru aktığını vurguladı. Enerji transferinin sonuçlarına dikkat çeken uzman isim, "Risk kuzeyde değil, güneyde. Enerji 1999 sonrası güneye aktı, o yüzden stres Çınarcık-Esenköy-Bozburun hattında yoğunlaşıyor" ifadelerini kullandı. Anılan coğrafi hat, Yalova ve çevresindeki sahil şeridini kapsıyor. Üşümezsoy’un teorisi, olası bir büyük depremin merkez üssünün, İstanbul'a komşu olan güney kıyılarında olabileceğini işaret ediyor. Söz konusu durum, sadece İstanbul için değil, aynı zamanda Yalova, Bursa ve Kocaeli'nin güneyi için de risk senaryolarının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılıyor.

1999 Depremi Enerjiyi Güneye Taşıdı
Uzman ismin teorisinin temelini, 17 Ağustos 1999'da yaşanan büyük Gölcük Depremi oluşturuyor. Üşümezsoy, 1999 yılında meydana gelen yıkıcı depremin, Adalar Fayı üzerindeki birikmiş enerjiyi büyük ölçüde boşalttığını vurguladı. Bilimsel olarak bir fay hattının bir segmenti kırıldığında, biriken stresi komşu segmentlere aktardığı biliniyor. Üşümezsoy'a göre, 1999 depremi tam olarak böyle bir etki yarattı ve kuzeydeki fay kolunun enerjisini güneydeki hatta transfer etti. Anılan enerji transferi, Marmara'nın güneyindeki fay sistemini sismik olarak daha aktif ve tehlikeli bir hale getirdi. Dolayısıyla, deprem potansiyeli taşıyan bir sonraki segmentin, enerjinin yüklendiği güney kolu olması gerektiği savunuluyor. Bu analiz, deprem beklentisinin yönünü tamamen değiştiriyor.
Tarihsel Depremler ve Kırık Fay Benzetmesi
Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, tezini desteklemek için Marmara Bölgesi'nin tarihsel deprem geçmişine de atıfta bulundu. Bölgede yaşanan 1509, 1719, 1766, 1894 ve 1999 depremlerini hatırlatan uzman isim, özellikle 1894 depreminin önemine dikkat çekti. Üşümezsoy, "1894 yılında kırılan fay İstanbul ve Anadolu bloğu arasındaki stresi boşalttı. Doğudaki devamı ise 1999'daki stresi boşalttı," dedi. Kırılan bir fayın yeniden büyük bir deprem üretebilmesi için uzun bir süre geçmesi gerektiğini çarpıcı bir benzetmeyle açıklayan Üşümezsoy, "Burada kırılmış bir kemiğin kaynamadan kırılamayacağı için yeniden birleşip kırılması gerekir" ifadelerini kullandı. Anılan benzetme, 1894 ve 1999'da kırılan kuzey segmentinin yeniden stres biriktirmesi için zamana ihtiyacı olduğunu, o nedenle acil tehlikenin başka bir bölgede aranması gerektiğini ortaya koyuyor.





