1. Öncelikle yazarlık serüveninizin dördüncü kitabı olan “ON”un okuru bol olsun. Bize biraz yazma serüveninizin nasıl başladığından söz eder misiniz?
Aileden gelen bir merak, istek diyebilirim. Babam yazmayı çok sever. Her şeyi yazar, not alır. Şiir de yazar… Baba tarafım yazmaya meraklı… Bende henüz ortaokulun başında başladım denebilir. Çamlıca’da karşı komşumuz Özcan Abi, Osmangazi’deki tek katlı kütüphanede çalışırdı. Bir gün bana isminin yazılı olduğu ajanda hediye etti. O yıllar için müthiş bir hediye… 35 yıl önce diyelim… Hala saklıyorum. O ajandaya güzel ve özlü sözleri yazmaya başladım. Sanırım böyle başladım yazmaya… Sonra günlük yazmaya evrildi. Lise yılları… 1996-2007 arası günlük tuttum. Hala saklıyorum. Sadece günlük tutmadım. Sanırım bi şeyleri biriktirmeye hep meraklıydım. Günlüklerin içinde sinema biletleri, otobüs bileti, kullandığım pasolar, gazete kupürleri de var. Bu yazma altyapısı beni daha sonra kitap yazmaya kadar götürdü.
2. Eskişehir’in renkli yaşamından kesitlerden oluşan ve kent arşivinde önemli bir yer edinen kitabınızın ismi neden "ON"? Bu başlığın özel bir anlamı var mı?
Mesleğe pek çokları gibi bende alanda, sahada başladım. Yaklaşık 10 yıl sahada kaldım. Muhabirlik yaptım. ON ismi fotoğraf çektiğim bu 10 yıldan geliyor. Kendi çektiğim 100’ün üzerinde kareyi kısa notlarla okura sundum.
3. “ON” kitabını yazmaya nasıl karar verdiniz? Bu süreç nasıl gelişti, bir gazeteci olarak kaynaklarınızı bir noktada birleştirmeye ve bu hikâyeleri anlatmaya sizi iten nedenler nedir?
ON benim dördüncü çalışmam… İlki 2016’da çıkan Bir Habersin’di… Mesleki anılara yer verdim. Arka planda Eskişehir, bürokrasi, siyaset var elbette… İkinci kitabımda Osman B. Cemoğlu ile Eskişehirspor’un ilk yılına ışık tuttuk. Bir nevi kuruluş hikayesi… Efsane Nasıl Doğdu isimli çalışma 2018 yılında Eskişehir Ticaret Odası tarafından basıldı. Üçüncü kitapta Anılar Yıkılmaz dedik. Eskişehir kent belleğinde önemli yeri olan Atatürk Stadı yıkılırken burada yaşanan anıları topladım. Bu çalışmalara iyi tepkiler aldım. ON’da buradan cesaretle doğdu… Aslında fotoğrafla aram iyi değil. Ama teknoloji sağ olsun… Şu an bu yazıyı okuyan pek çok kişi eminim benden daha iyi fotoğraf çekiyordur. Benim avantajım haber fotoğrafı çekmek. Yani çok havalı olmasına gerek yok. Çoğu zaman ayar bile yapmadan çektim. Anı ölümsüzleştirmek yeterli. Şehrin görsel hafızasına küçük bir katkı çabası diyelim. Bu alanda çok iyi isimler var. Yaşar Yastıkçı, rahmetli Ahmet Atuk, Gazeteci Ali Akyüz, Hakan Üresin… Biraz onlara özendim sanırım.
4. Eser ne kadar bir sürede hayat buldu ve “ON” kitabında okurları neler bekliyor, kısaca bahseder misiniz?
Gazetecilik yoğun bir meslek o yüzden herhangi bir eserin hayat bulması aylar, yıllar alabiliyor. ON’da 100’ün üzerinde fotoğraf var. Kabaca 2004-2014 arasında Eskişehir’de olan biteni görsel olarak özetlemeye çalıştım. Kemal Unakıtan’ın kente geldiği ilk gün, Yılmaz Büyükerşen’in CHP’ye geçtiği gün, Cemalettin Sarar’ın klasik araba koleksiyonu, Tekel Ahmet’in seçim kampanyası, Vali Kadir Çalışıcı’nın emekli olduğu gün, Nuri Alço ile İstanbul’da yapılan Yunus Emre tanıtımı… Buna benzer önemli bulduğum olaylar, günler, kişiler…
5. Eskişehir’de iş dünyası ve siyaset arasındaki ilişkileri anlamak açısından bize bir mesaj veriyor mu?
Öyle bir mesaj veriyor mu, bilmiyorum! Bu nereden bakıldığına bağlı… Dönemin CHP Lideri Deniz Baykal, Eskişehir’e gelmişti. Yıl 2007… İş insanı Gürdal Abacı’ya ait 222’de yemek yedi, toplantı yaptı. Abacı da mekandaydı. Baykal’ı karşıladı, ilgilendi… Şimdi olsa CHP Genel Başkanı’na bunu yapabilir mi? Yapamaz demiyorum. Yapsa tedirgin olur mu, birileri yanlış anlar mı? Mesaj olayı biraz farklı yani…
6. Özellikle tarihimizle yüzleşememek, her yönüyle ele alamamak gibi bir çıkmazımız olduğunu düşünüyor musunuz? Tarih anlatımı sizin için ne ifade ediyor?
Bu biraz akademinin işi gibi… Çünkü ciddi bir iş. Benim öyle bir iddiam hiç olmadı. Ama şunu diyebilirim. Yazmak, kaydetmek, saklamak konusunda zayıf bir toplumuz. Arşiv işi pek yok. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na dair devletin bile elinde sağlam bir fotoğraf arşivi olmadığını biliyorum. Var ama yeterli değil yani… Gerisini siz düşünün. Bilgi, belge olmadan tarih nasıl yazılacak?
7. Gazetecilik kimliğinizle yazar kimliğiniz arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?
Gazetecilik hep yoğundu ama son yıllarda daha da vakit alıyor. Watsap, insta, twitter… İnsanlar uyumuyor, gazetecilik durmuyor! Şikayet için söylemiyorum ama sabah 7’den gece 02’lere kadar devam bir süreç… Doğal olarak yazarlığa pek vakit kalmıyor. Elbette öncesinde okumaya vakit yok. Yazmadan önce okumak gerekiyor. Ben bu konuda biraz şanslıyım. Kendime bu konuda vakit ayırabiliyorum. Yetenekli tasarımcılar, iyi editörlerle çalıştım, çalışıyorum. Biraz da uykudan fedakarlık yapmak gerekiyor.
8. Yeni bir kitap daha yazma fikriniz var mı?
Yeni kitap yolda… 20 yılı geride bıraktım. Çok güzel bir 20 yıl… Çok insanla tanıştım. Ve bana çok şey kattılar. Yani iki üniversite bitirmiş gibi oldum. Ahmet Ataç, Nabi Avcı, Yılmaz Büyükerşen, Kadir Çalışıcı, Dündar Ünlü, Halil Ünal, Kazım Kurt, Celalettin Kesikbaş… Uzun sohbetler ettik. İşte bu sohbetlerden kalanlar… Minik öyküler, küçük notlar, fıkralar, anılar… Yaklaşık 50 küçük hikayeyi Eskişehir Öyküleri isimli kitapta topladım. Şu an tasarım ve düzeltme aşamasında…
9. Sizin en çok etkilendiğiniz başucunuzdan ayırmadığınız kitaplar ve takip ettiğiniz yazarlar hangileri?
Beni doğrudan etkileyen, kişiliğimi şekillendiren şey kitaplar olmadı. Meselenin manevi kısmını saymazsak… Bizim kuşak Ekşi Sözlük kuşağı… Ekşi Sözlük’ten çok etkilendik. Yani hayata, olaylara farklı bakmayı öğrendik. Birileri için kahraman olan, diğeri için katil olabilirdi! Cem Yılmaz’dan çok etkilendim. Çok güldük, çok eğlendik ama daha çok da etkilendim. Asla bir komedyen olarak görmedim, göremedim. Belki de yaşadığım çevre ve şartlar nedeniyle… Bakış açımı sonsuza kadar değiştirdi. Sırtımdaki ‘yükleri’ aldı. Şimdi bunun için profesyonel yardım alsan milyonlar ödersin. Sağ olsun Cem Abi, ücret almadı. Filmleriyle, gösterileriyle yaptı bunu. Ertuğrul Özkök… Şükretmeyi, kendi eleştirmeyi, hiç lafı eğip bükmeden ve alabildiğine doğallıkla hatalarımı kabul etmeyi Özkök’ten öğrendim. Ve elbette twitter… Hayır X değil, twitter… Kitaplar, yazarlar elbette çok şey kattı hayatıma ama dediğim gibi başka önemli katkılar da var. Babamdan sakin kalmayı (politika ve gazetecilikte çok işe yarar), Celalettin Kesikbaş’tan iş yapmayı, Yılmaz Hoca’dan sabrı, Nabi Hoca’dan nezaketi, Kazım Kurt’tan politika yapmayı öğrendim. Prof. Dr. Fevzi Sürmeli’den ısrar etmeyi, azmi ve bir kere yazıp bırakmamayı öğrendim. Yaşça büyük ya da küçük meslektaşlarımdan öğrendiklerim var. Çok uzadığı için ona girmiyorum.