Neredeyse her gün sorduğumuz ya da neredeyse her gün bize yöneltilen bir soru: “Bugün ayın kaçı?” Yunus Emre de “sorarsın sen ” demişti zaten. Hatta tam olarak şöyle demişti:“Azın azın bu ömrün geçesidir
Sorarsın sen bu ayın nicesidir” 
Sen bugün ayın kaçıdır, diye sorarken ömrün azar azar geçmektedir. Evet, ömür geçiyor ama sözü nereye bağlayacak Bizim Yunus bakalım: 
“Kogıl ayruk sözü sen seni gözle
 Senin suçun ile sen seni yüzle”. 
Kogıl, yani bırak. Neyi? “Ayruk” sözü. Yani başkasının sözünü, dedikodusunu… Sen seni gözle. Sen kendine bak; kendi suçlarınla, kabahatlerinle yüzleş. Yaaa işte böyle! Su gibi akar zaman, hem de hiç vermez aman. İşte bu akış içinde Yunus Emre, “Risaletü’n Nushiyye” isimli mesnevisinde; alçak gönüllülüğün kibre, sabrın öfkeye, doğruluğun fesada, cömertliğin cimriliğe, sadakatin ihanete, samimiyetin riyaya galip geldiği nasihat dolu hikâyelerle kalbimize dokunur. Gerçi lise edebiyat müfredatında sadece ilahileri var Yunus’un. O da beş haftaya sığdırılan sekiz ayrı konudan biri olarak. Yine müfredatta “mesnevi” konusu kapsamında zikredilen eserler arasında “Risaletü’n Nushiyye”nin adı yoktur. Yine de “bir mesnevi” ibaresi vardır müfredatta. Yani öğretmen herhangi bir mesneviyi seçip işleyebilir derste. Edirne’den Kars’a edebiyat öğretmenlerinin hepsinin; edebiyatımızdaki sayısız mesnevinin arasından Risaletü’n Nushiyye’yi derste işlemek üzere seçme ihtimali nedir, bilemem. Ama ben bir gün “Risaletü’n Nushiyye”nin seçilme ihtimalini sevdim! Gerçi yakın tarihimizde, son olarak 90’larda Yunus’un da mensubu olduğu tekke-tasavvuf edebiyatı, yine eski Türk edebiyatı güçlü bir şekilde vardı. Yıllar içinde “seyreltildi”(!) Lakin gelin görün ki “2024 Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” lise edebiyat müfredatı taslağında Yunus’un şiiri öğrencilerin sadece şiirdeki yapı unsurlarının redif, kafiye, ölçü vb. olduğunu belirlemeleri; “şekil bilgisi çalışması” için bir “ara metin”dir. Edebiyat dersinde Yunus’un asıl fonksiyonu; hayata, olaylara karşı insanca bir duruş sergilemede öğrenciye ufuk çizmek olmalıydı. Zira o; değerler eğitimine zengin içerik ve yöntem sunan eseriyle hepimize bir çıkış kapısı göstermektedir. İşe evvela kendimizden başlamak için kalbimizin anahtarını sunmuştur bize. Mesela “ayruk sözünü bırak” derken öyle afaki konuşmaz. Nokta atışıyla açıklar. Ona göre “ayruk sözü” iki çeşittir: dedikodu ve iftira. Yunus’un dedikodu tanımı şöyledir: “Demek gördüğünü, gıybet bu mutlak”. Yani gördüğünü söylemek, kesinlikle dedikodudur. Sözlükte “Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma” manasına gelen “iftira” ise Yunus’un lügatinde “kasıt olmaksızın” bile görmediğini söylemek demektir. Böylesi hem de büyük iftiradır: “Dese görmese, bühtân-ı azimdir”. 
Yunus Emre’ye “hümanist” unvanını veren hümanistler şimdi bu şiiri duysalar “Yunus’un insan sevgisi” diyecekler yine. Oysa derviş Yunus’un haberi bile yoktur hümanizmden. Hümanizm kelimesi, onun diline ait değil; hümanizm akımı onun çağına ait değil, henüz yoktur görünürlerde. Daha da önemlisi sevginin merkezine “insan”ı getirir hümanizm, tanrıyı ise dışarıda bırakır. Oysa Yunus, yaradılanı Yaradan’dan ötürü sever. Onun sevgisinin merkezinde, hem de tam kalbinde “Allah” vardır. Bunu anlamak için şiirlerini yorumlamaya, yormaya, öyle yorulmaya hiç gerek yoktur. Zaten “Bizim sevdiğimiz Hak’tır” diye açık açık söyler. İnsan gönlünü yüceltmesinin nedeni de Hak’tır zira: “Hak durağı gönülde, âyâtı var Kur'ân'da” diyen birine hümanist demek Yunus’un ifadesiyle “bühtân-ı azimdir”. Hak durağının “gönül” olduğuna dair ayetler vardır Kuran’da der, Yunus. Yani insan gönlüne gösterdiği hürmet, gönül evinin asıl sahibine olan aşktan ileri gelmektedir. Hümanistler de bilir bilmesine amma velakin cümbür cemaatin çok hoşuna gitti bu cici kelime. Türkçesi “insancıl”… “Evcil” ile aynı eki almış. “İnsanı seven, insana düşkün” demek… Elbette seviyor insanı Yunus. Ama “İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise” sözünde insanı ve insan gönlünü görenler “iki cihan”ı da görmeliler. Ahireti hesaba katar Yunus her işinde çünkü. Bir gün hesaba çekileceğini bilir. Onun “evrensel insan sevgisi” “iki cihan”ı kapsar. Mesela Risaletü’n Nushiyye adlı eserinde dedikodu ve iftiraya karşı savaş açmasının asıl nedenini kendisinden dinlersek yine “ahiret” diyecektir ve çok sevdiği insanları Allah rızası için uyaracaktır: 
“Eğer bin yıl kaçasın senden ötmez
Amelindir bile kancasına gitmez.” 
Eğer bu günahlardan bin yıl kaçsan da senden “ötmez”, senden geçmez, peşini bırakmaz. Senin amelin bir başkasına gitmez, bir başka yere de gitmez. Yani sosyal medya hesabına yazdıkların gibi silemezsin onları, diyor Yunus. Gerçi silinen mesajları geri getiriyor kul yapısı teknoloji bile. Öte dünyayı, varın siz hesap edin gayrı! Sözün özü Yunus Emre olaya “amel” olarak, haram-helal çerçevesinden bakıyor. Çünkü İlahi Kelam “ölü kardeşinin etini yemek”tir der dedikodu için: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir” (Hucurât Suresi, 12). Oysa televizyonda, sosyal medyada, yolda, her yerde bu kadar “ayruk sözü”nü nasıl açıklarız? Bugün için demiyorum, ahirette nasıl açıklarız, anlamında soruyorum. Yunus Emre’nin bizlere bir önerisi vardır Divan’ında: 
“Tartalım günâhımız, arttıralım âhımız
Edelim hesâbımız, hesâp olmamak için”. 
O hesap gününden, günahların tartılacağı o günden önce, iç muhasebemizi yapalım. Ve ahlarımızı artıralım, çağrısında bulunur. Zira o gün “Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. ‘Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!’ derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez”(Kehf Sûresi/49). 
Yunus “günahımızı tartalım” sözünün hemen ardına “ahımızı artıralım” ifadesini ekler. Günahların ağır geleceğinden emin emin üstelik. Zira bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber “Mümin bir kul, işlediği günahı üzerine yıkılacak bir dağ gibi görür, münafık ise bir sinek gibi görür.” şeklinde buyurmuştur. Günah, günahtır. Hiçbir şekilde küçümsenemez, diyor yani Yunus. 
Didaktik bir çizgide olan Risaletü’n Nushisye’den sonra onun Divan’ını elimize aldığımızda lirizmin coşkun bir ırmak olup aktığını görürüz dizelerde. Yunus’u “sevgi” ile özdeşleştiren şiirler Divan’ındadır. Yalnız burada önemli bir detayı vurgulamak gerekir. Onun arı-duru ve sevgi dolu Türkçesi “dinde gösteriş” yapanlara, riyakârlara karşı gayet serttir. Bu hususta çok sayıda örnek bulmak mümkün, fakat bir beyit ile yetinelim şimdilik: 
“Kılarsın riya namaz, günahın çok hayrın az
Dinle neye varır söz Cehennem’de yatarsın”
“Vay o namaz kılanların hâline” (Maun Suresi/4). diyor yani Yunus. Onun “yalancı” tanımı da farklıdır üstelik. Yunus’a göre, inandığını söyleyip malına kıymayan, infak etmeyen herkes “yalancı”dır. Sadece “yalancı mala kıymaz” dese iyi, daha neler neler söyler! Öyle ki biz Risaletü’n Nushiye’de “Neyi seversen imanın odur” dizesinde kastedilen sevgiyi daha iyi kavrıyoruz artık. Karın doyurmayan “kuru sevgi”den bahsetmez; sevgi, paylaşmaktır burada. Evvela “mal terkin urmak”tır; ölmeden önce ölmek, ölmeden önce ihtiyaçtan fazlasından vazgeçmektir. Soyut, görünmez bir şey değildir burada sevgi; iyi ve doğru olmaktır. Tercihlerimiz, önceliklerimiz imanımızın pusulasıdır. Pusula neyi gösteriyor, bütün mesele budur Yunus’a göre. Şiirlerinde“Berk yapıştın şu dünyaya koyup gitmeyecek gibi” dediği insanları, dünya ve dünyalığına sıkı sıkı yapışanları hedef alması başka nasıl açıklanabilir?
Bugün ayın kaçı? Cevap her gün değişecektir. Bu değişimin yanında değişmeyenleri de olmalı insanın. Vaktiyle, 90’larda, müfredatta tasavvufun güçlü bir şekilde varlık göstermesine, üstelik ders kitabında “fenafillah, insan-ı kâmil, tekke, mürşit, mürit” gibi terimlerin açıklamasıyla birlikte yer almasına rağmen Yunus Emre’nin şiirlerini derste işlediğimizde “edebiyat dersi bu, din dersi değil” diye az hesaba çekilmedik. Yunus’u dinden imandan ayrı-gayrı düşünmek ne mümkün oysa! Hatta daha açık konuşalım. Onun sözü şiirdir ancak aslı Kuran-ı Kerim’dir. Ben demiyorum, bizzat kendisi öyle diyor: “Yûnus’un sözü şiirden ammâ aslı Kitâb’dan”. Ne kadar “Hümanizm” şeklinde stilize edilse de gerçek bu. O “Severim ben seni candan içeri” der ancak şöyle devam eder: 
“Şeriat, tarikat yoldur varana
Hakikat, marifet andan içeri” 
 “Bugün ayın kaçı?” demeden; zamanına, zeminine, rüzgârın yönüne bakmadan olduğu gibi anlattıysak Yunus’a olan evlatlık, vefa ve minnet borcumuzdandır. Günümüze gelirsek “edebiyat dersi bu, din dersi değil” diyen yok lakin bu sefer de değişen ve her defasında biraz daha seyreltilen(!) edebiyat müfredatlarında Yunus Emre’nin yanı sıra tasavvuf, yani “hakikat ve marifet” ise Hak getire! Hatta “2024 Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” lise edebiyat müfredatı taslağında “tasavvuf” kelimesi hiç geçmiyor. 
Biz böyle yıllarca hayıflanırken üstüne bir de 2017’de yayımlanan “MEB Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği” ile “Yunus Emre Haftası” da kaldırıldı. Oysa neydi Yunus’un biz evlatlarına vasiyeti? Hatırlayalım: 
“Yûnus senin sözlerin manadır bilenlere
Söyleyeler sözünü devr-i zamân içinde” 
Kan bağı değil can bağı olanların pay alacağı bir mirastır bu. Onun sözleri bugün gönül memleketimizde hâlâ yankı buluyor. Devr-i zaman içinde; devirler, çağlar boyunca “Bugün ayın kaçı?” demeden, rüzgârın yönüne bakmadan “mana” ile söylenmesi ümidiyle…

Kaynak: Feride Turan