Eyüp Kelebek… Eskişehir’de gazeteci denince akla gelen üç beş isimden biridir. Geçtiğimiz günlerde 30-35 yılı bulan meslek yaşamına noktayı koydu ve en verimli döneminde emekli oldu. Eyüp Kelebek ile mesleğe nasıl başladığını, nerelerde çalıştığını, gazeteciliğin geldiği noktayı, teknolojik değişimleri ve unutamadığı anıları konuştuk. Üzüntüler, sevinçler ama illaki koşturmaca…

Sinemayı çok sevdiğini anlatan usta gazeteci “Son olarak 90’lı yılların başında sinemaya gittim. Kulağımda kulaklık var, polis telsizi dinliyoruz. Olmadı tabi, bi şey anlamadım. Bir daha da gitmedim. Emekli olunca sinemaya gideceğim dedim ama dört ay oldu gidemedim. Evin işleriyle uğraşıyorum. Ama kesinlikle gideceğim. Vizyona gelen tüm filmlere gideceğim” dedi.

Atatürk Lisesi’nden mezun olduk. Üniversite sınavlarına girdik. Hukuk okumak istiyordum... O dönem tabi bizi yönlendiren kimse yok. Puanı yüksek olduğu için ‘kazanamam’ diye algılamış olabilirim. Okullara bakıyordum, bi baktım İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu diye bir yer gördüm. Gazetecilik Yüksekokulu, ne alakası var? Hiç alakası yok… Çevremde tanıdığım gazeteci de yok. Ama adı hoşuma gitti. İlk sıraya onu yazdım. Daha sonra coğrafya ve tarih öğretmenlikleri yazdım. 1981’de kazandık… Gittik İstanbul’a… Biraz bocaladık ama mezun olduk. Okula girdikten iki üç yıl sonra Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu oldu. Şu anda Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi olarak hizmet veriyor. Derslerimize zaman zaman Hasan Cemal’ler, Mehmet Barlas’lar geliyordu. Rektörümüz Orhan Oğuz’du…

15 GÜN ÇALIŞIP 15 GÜN OKUYORUM

Okul bitti, Eskişehir’e döndüm. Mezun olmama yakın Sabah Gazetesi kuruldu, 85 yılıydı sanırım. Bazı arkadaşlarım muhabir olarak işe başladı ama benim ekonomik yönden durum iyi değildi. 15 gün kahvede çalışıp 15 gün okumaya gidiyordum. Devam mecburiyeti yoktu… TRT’nin sınavlarına girdim. Kazanamadım. Eskişehir’e döndüm. Rahmetli Ünsal Dalgın “Ben Sonhaber’de çalışıyorum, gel beraber çalışalım” dedi. Üç beş ay çalıştım. Sonhaber, Zafer Akbıyık’ındı. Eski adıyla Akbıyık Postası…

SARI BASIN KARTI 20 YIL SONRA

Sonra askere gittim. Yerel gazete ile ilk temasım Sakarya Gazetesi ile oldu. 1984’te bir ay boyunca staj yaptım. Rahmetli Önder Baloğlu’nu, Ömer Duru’yu, Ali İhsan Sarıçoban’ı orada tanıdım. Askerlik sonrası İstikbal Gazetesi’ne başladım. O dönem iki gazetenin ciddi rekabeti vardı. İstikbal’de Vedat Alp var… Yaklaşık bir yıl burada çalıştım. O dönem Hürriyet Haber Ajansı vardı. Eskişehir Bürosu vardı. Hürriyet’ten Murat Taşkın’ı çağırdılar. Murat ile İstikbal’de beraber çalışıyoruz. Murat hem İstikbal’de çalışıyor hem de Sabah’ın temsilcisi… Kadro verip vermeyecekleri belli değil. Murat ‘Ben gitmem’ dedi. Beni çağırdılar… Başladım. Dört buçuk yıl sigortasız çalıştım. Maaş alıyorum, ikramiye alıyorum, prim alıyorum ama sigortam yok. Kemal Yılmazer ve Rahmi Emeç ile çalıştık. Kemal Yılmazer büro şefimizdi. Telefonlara bakan bir abimiz vardı, bir de gelip giden stajyerler oluyordu. Tülay Taşkın stajını orada yapmıştı. İstanbul’a gittiğim bir gün sorumlu müdürü ziyaret ettim. Sigortasız çalıştığımı söyledim. Ertesi gün kadro verildi ama idari kadro. Gazeteci olarak değildi. Olsun dedik, bir sigortamız oldu. Yönetim değişikliği olunca önce Rahmi Emeç ardından da Kemal Yılmazer’i işten çıkardılar. Ben tek başıma kaldım. Eskişehir, Kütahya ve Bilecik üç il var sorumlu olduğumuz. Rakipler çıkmaya başladı. Onlarla da mücadele ediyoruz. Bana ‘büro şefi sensin’ dediler ama tek kişi kalmışız neyin şefliğini yapıyoruz belli değil. Sonra ES TV’de çalışan Kemal Atlan’ı aldık. 99’da Aydın Doğan, Hürriyet’i satın alınca Doğan Haber Ajansı olduk. Hürriyet Haber Ajansı’nı ve Milliyet Haber Ajansı’nı (MİLHA) kapattılar. MİLHA’da Can Hacıoğlu vardı. Can ile bir süre beraber çalıştık sonra Can, İki Eylül Gazetesi’ne geçti. 2004 yılında Hakan Türktan’ı aldık. Hakan uğurlu geldi… Hakan ile beraber Kemal ve bende 2004’te 212’den sigortalı olduk. 20 yıldır gazeteciydim ama Sarı Basın Kartı’mı 2005 yılında alabildim.

KAZA, CİNAYET OLMASIN DİYE DUA EDERDİK

Mesleğe başladığım ilk yıllarda siyah beyaz banyo yapardım. Karanlık odada banyo yapardık. Karta basar, telefoto ile gönderirdik. Ertesi gün maçın fotoğrafları gazetede çıkınca insanlar ‘bunu nasıl yetiştirdiniz’ diye şaşırırdı. Daha sonra renklisi geldi… Ardından slayt film geldi, o bizi mahvetti. Toplam 45 dakika sürerdi. Yedi ayrı işlemden geçerdi. Bu işlemi yaparken kaza, cinayet olmasın diye dua ederdik. Tek çalışıyoruz… Bırakıp gitsen yanacak. Bazen misafirlere ‘Şunu şöyle koy, bu ilacı dök’ diye tarif eder habere giderdik. Siyah beyaz banyo 10-15 dakika sürerdi. Haberi teleks ile yazardık. Fotoğrafları zarfa koyup otobüslerle İstanbul’a gönderirdik.

SANKİ YAŞIYOR GİBİ ANLATTIN

2000’li yılların başından itibaren kamera dönemi başladı… Bilmediğimiz şeyleri öğrendik. Çekiyorsun ‘kamera niye sallanıyor’ diyorlar. Teknoloji geliştikçe yükümüz arttı. Eskiden filmi kesip İstanbul’a gönderirdin. Sonra sen rahat rahat haberini yazardın. Ardından internet… Haber kanallarının rekabeti… Her şeyi anında istiyorlar. Hiç unutmuyorum… Bir banka aracı, şoförü elektrik borcunu yatıracak. Şair Fuzuli’ye aracı park ediyor, hırsızlar aracın içinden parayı alıp kaçıyorlar. Başka bir arabayla… Telsizden takip ediyoruz. Hırsız kaçıyor, polis peşinde… Biz de onların peşindeyiz. Bozüyük’e kadar gittik… Adam arabayı bıraktı, yaya olarak kaçmaya başladı. Polisler ve bizde takipteyiz. Görüntü çekiyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Takibe başlarken İstanbul’a ‘soygun var, takip ediyoruz’ dedik. Hırsız tepelik bir yerde durdu. Yoruldu, nefes nefese… Hepimiz öyleyiz tabi… Adalı yakaladılar. 50 metre falan var aramızda, koşuyoruz… O arada telefon çaldı, açmak gafletinde bulundum. İstanbul’dan arıyorlar, CNN Türk’ten soruyorlar demeye kalmadı canlı yayına bağladılar. Nefes nefeseyim, doğru düzgün konuşamadım. Bazı arkadaşlar yayını izlemiş. Onlara ‘rezil oldum’ dedim. Bana ‘Yok ya ne rezil olması çok canlı anlattın sıcağı sıcağına sanki yaşıyor gibi anlattın’ dediler. Zaten oradaydım, olayın tam içindeyim.

KAYSERİ’DEKİ FİLOYU ESKİŞEHİR’E GETİRDİLER

‘Bu filoya nazar değmesin’ diye bir haber yapmıştım. 40 bin saat kazasız kırımsız uçuş yapmışlar. Hürriyet’in arka sayfasında kocaman çıkmıştı. Pilotlar savaş uçağının yanında poz verdi falan… Fotoğraf da çok güzel. 113. Filo… Çok güzel haber oldu… Habere bi baktım 133. Filo yazıyor. 113 Filo olacak. Eyvah, rezil olduk. Askerler aradı “Haber çok güzel haber yapmışsınız ama Kayseri’deki filoyu buraya getirmişsiniz” dediler. Hatalar da oluyor… Bilgisayar, internet bu tür hataları azalttı.

ESKİŞEHİR’DEN AYRILMIYORSUN DEĞİL Mİ ABİ

Emeklilik kararını nasıl aldığını anlatan Kelebek, “Sabah 8’de geliyorsun, gece 12’lere, 1’lere kadar… Sorumluluk ayrı bir yük… Cumartesin yok, pazarın yok. Bayramın yok, düğünün yok. Kimseye vakit ayıramıyorsun. Tatilde olsan bile adam seni arıyor, çağırıyor. Emeklilik kararım… Yine yönetim değişti. Küçülmeye gidecekler, biraz zihniyet de farklıydı. Baskı altındayız, tavırlar da değişikti. Tadı kaçmaya başladı. 30 yıl aynı kurumda çalıştım. 2018’de annem de vefat edince… Hastanede falan ilgilenemedim. Her şey iş değil. Biraz da onun etkisiyle ‘bırakayım’ dedim. Gazetecilik güzel ama ben herhalde gazeteciliğin hamallığını yaptım. Yükü aldık, götürdük… Oraya koş, buraya koş… İlk senelerde biraz daha rahattık. Sorumlu olduğunda sıkıntı oluyor. İstanbul’a 15 gün tatile çıkacağım diyorum bana ‘Eskişehir’den ayrılmıyorsun değil mi abi’ diyorlardı. Emekli olduğumda 630 gün iznim vardı” dedi.

VİZYONA GELEN TÜM FİLMLERE GİDECEĞİM

Son olarak 90’lı yılların başında sinemaya gittim. Kulağımda kulaklık var, polis telsizi dinliyoruz. Sinemayı da çok severim. Olmadı tabi, bi şey anlamadım. Bir daha da gitmedim. Emekli olunca sinemaya gideceğim dedim ama dört ay oldu gidemedim. Evin işleriyle uğraşıyorum. Ama kesinlikle gideceğim. Vizyona gelen tüm filmlere gideceğim.

VALİLİĞE DİLEKÇE VERİN, ŞURAYA BAŞVURUN FALAN

Eskiden haber atlatma diye bir şey vardı. Mesleğe başladığımda Sabah ve Hürriyet’in rekabeti vardı. Habere değer verilirdi. Biri haber yaptığı zaman diğeri ‘bizde niye yok’ derdi. Şimdi övme yarışı var. Biri diğerindeki övgüyü görünce ‘biz niye böyle övemedik’ diyor. Habere daha çok zaman ayırıyorduk. Özel haber daha çoktu. Şimdi zamana karşı bir yarış var. Bilgiye ulaşmak hem kolay hem zor… Herkes korkuyor, çekiniyor. Haberi teyit etmek çok daha zor. Gelen istihbaratı doğrulatmak güçleşti. Eskiden bunu ikili ilişkiler üzerinden kolayca yapardık. Barajlardaki su durumunu öğrenmek için DSİ’yi arıyoruz. Valiliğe dilekçe verin, şuraya başvurun falan… İnternet falan çok güzel ama işin bu yönü sıkıntılı. Eskiden haberleri imla kılavuzu ve sözlüklerle yazardık. Şimdi Google Amca her şeyi söylüyor. Haberi yazarken mutlaka iddiaya muhatap olan tarafı arardık. Burada biraz kalite bozuldu gibi…

OOO, İYİYMİŞ BÖYLE DİYORUM

Emekli olduk ama daha anlayamadım. İlk defa seçimleri ‘dışarıdan’ izlemek televizyondan izlemek… Stressiz… Cumhurbaşkanı Erdoğan Eskişehir’e geliyor… Haberi görünce ‘vah zavallılar’ diyorum içimden. Eskişehir’in ardından Kütahya’ya geçiyor. Orada bizim bölge… Ben olsam ne yapardım diyorum. Ooo, iyiymiş böyle diyorum. Kendime, aileme daha çok zaman arıyorum.

GAZETECİ OBJEKTİF İNSANDIR

Usta Gazeteci mesleğe geri dönüş konusunda “Haber yazmaktan bıktım sanırım. Çok haber yazıyorduk. Eskişehir, Kütahya, Bilecek… Bir haber yazarken diğeri çıkıyor. Bir noktadan sonra bi bıkkınlık geliyor. Dönmeyi hiç düşünmedim. Herkese de tavsiye ediyorum” dedi.

Eskiden bi tarafsızlık vardı. Şimdi çok yandaşlık oldu. Kendi kurumum da dahil kim olursa olsun… Kasıtlı bir haber ya da yandaş bir haber sezdiğinde uzaklaştırıyor seni. Üzülüyorsun… Kimseye de mantıklı gelmez. Gazeteci objektif insandır.

Kelebek “İdolünüz var mıydı” sorumu “Ertuğrul Özkök’ü severim. Eskişehir’de de ağırladık. Entelektüel bir insan… Farklı bir insan. Çok hoşuma gider. Yine Deniz Zeyrek, Sedat Ergin beğendiğim gazeteciler. Kaliteli insanlar, mesleğe katkı sunan insanlar” diyerek cevapladı.

Kelebek “Anılarınızı yazmayı düşündünüz mü” sorumuzu “Hiç düşünmedim. Boş da kalmak güzelmiş. Emeklilik iyi ama nereye kadar böyle gider bilmiyorum. Sıkılır mıyım, bilmiyorum. Dönüp bakınca Eskişehir’in 30-32 yılını görebiliyorum. Bir kenara not almadım ama kafamda bazı notlar var elbette” diye yanıtladı.

‘FAKİRLİĞİN GÖZÜ KÖR OLSUN’ DERDİK

Kelebek, unutamadığı anılardan birini şöyle aktardı: “Soba zehirlenmesi ihbarı üzerine Çamlıca’ya gittik. Anne, baba ve dört çocuk... Sobanın olduğu odada uyumuşlar. Kapının altına da bez parçası koymuşlar soğuk gelmesin diye… Hepsi zehirlenerek ölmüştü. Aklıma geldikçe hala da üzülürüm… Uyuyor gibi duran o masum çocukların yüzlerini… Unutmak mümkün değil. Böylesi haberlerden dönerken ‘Fakirliğin gözü kör olsun’ derdik. Bazı kazaları da unutamıyorum. 20-25 kişinin öldüğü kazaları hatırlıyorum. Kaza yerinde bakacaksın, çekeceksin ama görmeyeceksin. Ölünün yüzünü gördüğün an… Buna alışmak olmuyor. Kandil gecesi babasının kafasını kesen adamı da unutamıyorum. Devlet Hastanesi morguna gittik, kafa gövdenin yanında duruyor… Çoğu zaman üzüldüğümüz haberler yaptık.”

MİLYARDERDEN KELEBEK’E: DİLE BENDEN NE DİLERSEN

Sevindiğimiz, sevinçleri paylaştığımız haberler de yaptık. Ramazan günü büroda oturuyorum. İstanbul’dan telefon geldi. Sayısal büyük ikramiye Eskişehir’e çıktı… Vişnelik Mahallesi falan sokak... Gittim, kapıyı çaldım. İftar saati… Yaşlı bir adam. İkramiye kazanmışsın dedim. Haberi yok. Loto oynadım ama dedi… Gel evladım bakalım dedi… Kuponu aradık. Hürriyet, Temel Britannica veriyordu. Onların arasında bulduk kuponu. Arayıp, teyit ettik. Adam sevindi bana ‘dile benden ne dilersen’ dedi. Dedim tek dileğim var, şu sofraya oturun, bileti de eline al… Bir kare fotoğraf…

BİTERKEN…

Şef, bir saat süren sohbetimizin sonunda “Şimdi bunu çözmesi çok zor. Deşifre zor iştir, vakit alır. Sesi yazıya döken sistem var diyorlar ama… Senin işin varsa bana gönder çözüp atayım sana” diyerek yardımsever ve insancıl yönünü bir kez daha ortaya koydu. Ses kaydını kendim çözdüm, büyük bir keyifle…