Lise ikinci sınıfta kendi deyimiyle ‘tesadüfen’ başladı atletizme… Yine ‘tesadüfen’ maraton koşmaya başladı… Çocukken gönderdikleri bakkala bile hızlıca gidip gelen Mehmet Terzi, sonra hiç durmadı, durdurulamadı…

New York’tan Kazablanka’ya, Atina’dan Londra’ya dünyanın pek çok yerinde yine dünyanın en iyi atletleriyle yarıştı. Mehmet Terzi 112 kez Türkiye Şampiyonluğu, uluslararası yarışlarda da 118 şampiyonluk kazandı.

İsmi bizim kuşak için hayal meyal hatırlanan ‘efsane’ bir isimdi. Bizden öncekiler için ‘gerçek’ bir efsane… Röportaj yapmak için yaklaşık bir yıldır peşindeydim. Röportaj yapacağımı duyanlar “Aaa neredeymiş Mehmet Terzi, ne iş yapıyor şu an” diye sordu. Meraklı kitle giderek çoğaldı… Terzi kendi deyimiyle “İstanbul’da torun bakıyor”… Nihayet buluştuk ve hayal ettiğim bir röportaj daha gerçekleşmiş oldu. Terzi hayatı dolu dolu yaşamış. Emeklilik diye bir kavram yok onun hayatında. Okuyunca hak vereceksiniz. Bu röportajda sadece ‘sporcu’ Mehmet Terzi’yi okuyacaksınız. Bir de Atletizm Federasyonu Başkanı yani ‘yönetici’ Mehmet Terzi var. Onu da başka bir sayıda sizlerle buluşturmayı planlıyorum. Şimdi keyifli ve ilham veren sporcu Mehmet Terzi’nin hikâyesine göz atalım.

BANA “SEN ZAYIFSIN, KOŞAMAZSIN” DİYOR

1955 Bilecik/Kurtköy doğumluyum. Eskişehir’de lise okurken tesadüf üzerine okul seçmelerine girip atletizme başladım. Deliklitaş’ta imam hatip okudum… Okuldaki bir arkadaşımız Ankara’da okullararası yarışta 18’nci olmuş. Beden eğitimi öğretmenimiz yoktu, atletizm takımı kurulması görevi bu arkadaşa verilmişti. Ben çelimsiz, zayıf birisiydim. Arkadaş uzun boyluları, yapılıları seçiyor. Arkadaşım Rafet’e “Beni de yaz, bende koşarım” diyorum. Bana “Sen zayıfsın, koşamazsın” diyor. Onun hakkından gelecek bir arkadaşa ‘git, beni yazdır’ dedim. Öylelikle girdik takıma… Yarışta takımı kuran arkadaş birinci, ben üçüncü geldim. Böyle başladı… Çok hareketliydim. Evden bakkala bile çabucak, koşarak gidip gelirdim. İlk 3000 metreyi yıkılan Atatürk Stadı’nda koştum. Atletizm hakkında hiç bilgim yoktu. Kaç tur atacağımı bile bilmiyordum. Yarış anında kaç tur atacağım diye sordum… Orada da altıncı oldum.

AYAKKABI KOŞUDAN SONRA YIKANIP TESLİM EDİLİYOR

Bir gün sahada yanıma biri geldi ‘Seni çalıştıran biri var mı’ dedi. Yok deyince ‘benimle çalışır mısın’ diye sordu. Şükrü Saban’mış… Atatürk Koşusu’nu defalarca kazanmış, 10 bin metre Türkiye rekortmeni… Beden Terbiyesi’nde Müdür Muaviniydi. Şükrü Abi ile çalışmak beni daha ileri götürdü. Adana’daki liselerarası kros yarışında ilk Türkiye şampiyonluğumu kazandım. Sonradan pist yarışlarına girmeye başladık. Bir yarışa giderken Şükrü Abi “Ben sana ayakkabı getirdim” dedi. Pistlerde çivili ayakkabıyla koşuluyor… Benim ayakkabım falan yok. 1500 ve 3000 metrelerde ikinci, üçüncü olmaya başladım. Ayakkabıyı koştuktan sonra yıkayıp temizleyip Şükrü Abi’ye veriyorum tekrar. Yarış olunca tekrar alıyordum. 1978’e kadar 1500, 5000 ve 10 bin metre kros yarışlarında Milli Takım’a girdim.

İLK KULÜBÜM ESKİŞEHİRSPOR’DU

İlk kulübüm Eskişehirspor’du. Lisansım orada çıktı. İlk formam örme bir eşofmandı. Eskişehirspor logosuyla fotoğraflarım var. Çok sevinmiştim… Sonra Mersin Amatör Atletizm Kulübü’ne transfer oldum. Lise sonun yarısını Atatürk Lisesi’nde, yarısını transfer olduğum Mersin’de okudum. Orada iyi bir takım kurulmuştu.

ANTRENMANLARINI ÇEVRE YOLUNDA YAPTI

Azimli, hırslı, antrenmanını çok disiplinli yapan biriydim… Antrenmanda on tane bin metre yapılacaksa ben 11’nciyi yapmaya çalıştım. Benim esas branşım maraton… Her gün 35 kilometreye yakın antrenman yapıyordum sabah ve akşamüzeri… Eskişehir’in ayazını bilirsiniz. Sabah altı buçuk, yedilerde kalkıyorum. Ayazda koşuyorum bir buçuk saat. Osmangazi Üniversitesi’nin arkasında çamlık var. Çok güzel inişli yokuşlu yerler var. Beni çok kuvvetlendirdi. Alpu yolunda, Çukurhisar yolunda antrenman yapardım… Çevre yolları o zaman tek geliş-gidiş… Kamyonlardan kaçacağım, su sıçratıyorlar… Şaka yapacağım diye kornaya basıp hoplatıyorlar. Yazın toz, kışın çamur… Asfaltlar düz değil, ayağın koşarken tam basmıyor. 1976 yılında Ankara 19 Mayıs Spor Akademisi’ni kazandım. 1975’ten itibaren devamlı Milli Takım’daydım.

TERZİ SEN NİYE GELMİYORSUN?

İlk maratonum da tesadüf oldu… Yedinci olduğum için Kros Milli Takım’a giremedim. Ankara’da atletizm sahasına geldim. Bir otobüs bekliyor… Bana “Terzi sen niye gelmiyorsun”  dediler. Ne var dedim… Paris Maratonu seçmesi var, dediler. Bindik otobüse, gittik… Yarış bitti, ikinci geldim. Paris Maratonu’na gitmeye hak kazandım. Hocam ertesi gün bana ‘Senden başarı beklemiyorum. Sadece yarışı bitirmeni istiyorum’ dedi. Yarışa gittik… Çok rüzgârlı… Zaten 58 kiloyum. Rüzgâr vuruyor karşı tarafa gidiyorum. Zorlu bir yarış oldu. Yarışı ikinci bitirdim… İlk maratonumda 2 saat 22 dakika koştum.

ERKEKLER HAMAMI’NDAN KAZABLANKA’YA…

1983 yılında Beden Terbiyesi’nde Spor Şube Müdürü’ydüm. Eskişehir’de memuriyetim başladı. Antrenman yapmam için sabah 10’a kadar, akşam 16.00’dan sonra iznim vardı… Babamla Şirintepe’de tarlanın ortasına yeni bir ev yapmışız. Suyu yok, elektriği yok… Akşam sokak lambalarının ışığında antrenman yapardım. İzmir’de Balkan Şampiyonası’na katıldım ve kazandım. Aynı yıl 1983… Akdeniz Oyunları Kazablanka yarışı vardı. Fas’a gittim. Çok büyük rakiplerimiz vardı. Ben Ahmet Altun ile beraber takımdaydık. Bizden hiçbir başarı beklenmiyor, derecelerimiz o zaman düşüktü. 37 derece sıcak, asfalta bastığınız zaman ayak izi geçer vaziyette… Okyanus’tan gelen sıcak hava, nem yüksek… Bizi çok rahatsız eden hava şartları. Normal antrenmanlarımda Erkekler Hamamı var biliyorsunuz… Giderdim orada nemli havada bir buçuk saat normal antrenmanın dışında orayı teneffüs ederdim. Haftada iki üç kez giderdim. Bunu iki ay devam ettirdim. Bunu antrenmanın bir parçası olarak gördüm, faydasını da gördüm. Ahmet’e yarıştan önce “Her beş kilometrede bir su istasyonu var. Eğer bu sıcaklıkta bir iki yudum alırsak irademize sahip çıkamayız fazla içeriz ve midemiz dolar koşamayız” dedim. Ve su içmemeye karar aldık. Belki içmek doğruydu bilmiyorum ama biz yarışta su içmedik. Diğer yarışmacılar su içmeye başladı… Sonlara doğru sadece ikimiz kaldık Ahmet’le… Bizi kimse beklemiyor tabi… Birinci oldum, Ahmet ikinci oldu…

BERLİN’DE BİRİNCİLİK, AVRASYA’DA REKOR

Dört kez Balkan Oyunları Maraton Şampiyonu oldum. 1983’te Frankfurt’a gittik. Orada da ikinci oldum… Berlin’de birincilik kazandım. O dönem iyi atletler yetişmişti. Mehmet Yurdadön, Veli Ballı, Sadık Sarman, Necdet Ayaz, Sermet Timurlenk, Semra Aksu… İyi bir jenerasyomuz vardı. Gittiğimiz yerlerde dereceler alıyorduk. 1984 Los Angeles Olimpiyatları’nda 180 sporcu arasında 16’ncı oldum. Dünyanın en iyi atletleri ile yarıştık. İyi bir dereceydi… Yarışlardan dönerken Eskişehir girişinde, Tepebaşı’nda bütün kurumlar ve hemşerilerim pankartlarla karşılıyorlar, omuzlarına alıyorlar. Üstü açık arabayla Eskişehir’i dolaşıyoruz. Valilik Meydanı’na geliyoruz, valiyi ziyaret ediyoruz. Belediye başkanını ziyaret ediyoruz… 1985 Avrasya Maratonu’nu kazanıyorum. Parkur rekoru kırarak…

CENTRAL PARK’A 13’NCÜ OLARAK GİRDİ

Los Angeles Maratonu’nda ilk yirmiye girdiğim için New York Maratonu’na davet edildim. Dünyanın en iyi maratonlarından biri… Maratonun organizatörüne semaver götürdüm. Kullanışını anlattım… Çok sevindi, teşekkür etti. Ertesi gün semaveri basın toplantısına getirdi. Bana herkesin önünde teşekkür etti. Bütün ilgi üzerime geldi… Zor bir parkur… Manhattan’da başlıyor, Central Park’ta bitiyor. Son 400 metresi Central Park’ta koşuluyor… 13’ncü oldum… İki ay sonra sarı zarf geldi bana. İçinde iki bin dolar. Ve 12’ncilik madalyası vardı. İkinci dopingli çıkmış. O nedenle 12’nci olmuşum… Dürüstlüğe bakın… Hiçbir zaman hedefimi küçük koymadım. Dünyanın en önemli hangi maratonu varsa üst seviyede orada yarışmak istedim. Yoksa sıradan yerlerde birinci olmak beni tatmin etmiyordu. 1987’de Londra Maratonu’nda 2.10.25’lik dereceyle altıncı oldum. Kariyerimin en iyi derecesiydi. 31 yıl bu Türkiye rekoru kırılamadı…

BU ARABA KALİFORNİYA’DAN ESKİŞEHİR’E NASIL GİDER?

1987’de San Francisco’daki yarışta Audi marka araba kazandım. Zor bir yarıştı… Birinci oldum… Kürsüye çıktık, Audi hediyesi varmış. Önce sevindim, iyi araba varmış diye… Sonradan da bu araba Kaliforniya’dan Eskişehir’e nasıl gider dedim, nasıl götüreceğiz endişesine kapıldım. Birinci olmam Türkiye’de de büyük ses getirdi. Ben geldim ülkeye döndüm ama benim araba gelemiyor. Basında “Mehmet Terzi’nin arabası kaldı” falan diye yazıyor. Altı ay geçti… Bir telefon geldi… Arabamı getirmişler… Taşımacılık yapan İtalyan şirket… Patronu eski atlet… Basında haberleri görünce arabayı getirmeye karar vermiş. Haydarpaşa’ya getirmişler arabayı. Araba geldi… Turgut Özal Başbakan… Yönetmelikte madalya, kupa var… Başka bir şey yok. Özal’a ulaşılıyor. Yönetmelik değişiyor, arabanın geçmesi için. Gümrük vergisi tamam ama çevre vergisi var… Araba Türkiye’de olmayan bir otomobil… Araba 40 bin liraysa 10 bin lira çevre vergisi ödedim. Haydarpaşa’dan arabayı aldım çıktım benzin alacağım. Pompacı olmuyor dedi, depo kapağı uymuyor, küçük yapılmış. ABD’ye uygun… Huni ile benzin koyduk… Böyle bir yıl idare ettik. İlhan Tan Tesisleri’nde mola verdim. 15-20 kişi arabanın peşinde… Eskişehir’de herkes arabanın peşinde… Bir yıl bindim. Bağdat Caddesi’nde bir galerici vardı. İki ayda bir geliyor, arabayı bana sat diyor. İkna etti ve sattık arabayı. 10 yıl sonra biri geldi, arabanın sahibi doktor bir hanım olmuş. Bana gelen kişi “Doktor hanım arabayı size düşük fiyatla satmak istiyor, ödülle kazandınız hatırası varsa” dedi. Teşekkür ettim… Öyle deyince bu sefer “O zaman size hibe etmek istiyor” dedi. Teşekkür ettim kendilerine… On yıl sonra böyle bir şey yaşadık…

ANTRENÖR, ÖZEL BESLENME, KAMP YOK

Son koşum 1988 yılında oldu. Balkan Oyunları’nda şampiyonu oldum. 23 yıl koştum. Dünya çevresini yedi kez dolaştım. 40 yaşıma gelirken koşmayı bıraktım. Antrenörüm yoktu… Kendi bilgimle çalışıyordum. Özel bir beslenme yok. Evde ne pişerse onu yiyoruz. Özel kamplar yok… Şimdiki gibi beş yıldızlı kamplar yok. 365 gün iş güç olmadan antrenman yapmalar falan yok bizim dönemimizde… Mesaimizi de yapardık. Kendi bilgimle dünya maraton rekoruna iki dakika yaklaştım.