Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde gün içinde arka arkaya yaşanan sarsıntılar, sadece bölge halkını değil, tüm Marmara ve Ege'yi endişelendirdi. Çevre illerde de hissedilen depremler, kısa süreli paniğe yol açarken, gözler bir kez daha Türkiye’nin en aktif ve tehlikeli fay hatlarından biri olan Kuzey Anadolu Fayı’na (KAF) çevrildi. Sismik hareketliliğin ardından, Düzce Üniversitesi Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenlenen bir çalıştayda bilim insanları bir araya gelerek, fay hattı üzerindeki güncel riskleri ve olası senaryoları masaya yatırdı. Yapılan değerlendirmeler, yalnızca Sındırgı çevresi için değil, fay hattının geçtiği geniş bir coğrafya için de dikkat çekici uyarılar içerdi.
Düzce'den Tarihi Uyarı: "Fay Zonu Çok Hareketli"
12 Kasım 1999 Düzce Depremi’nin yıl dönümünde gerçekleştirilen anlamlı programda, bugüne kadar yaşanan büyük yıkımların nedenleri ve geleceğe yönelik riskler kapsamlı sunumlarla ortaya kondu. Çalıştayın açılış konuşmasını yapan Merkez Müdürü Prof. Dr. Mehmet Emin Arslan, Düzce'nin, Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun en hareketli segmentlerinden biri üzerinde konumlandığını belirterek, bu fayın tarih boyunca büyük yıkımlara neden olduğuna dikkat çekti. Arslan, depremlerin yalnızca jeolojik bir olay olmadığını, aynı zamanda toplumların afetler karşısındaki hazırlık seviyesini ortaya çıkaran bir sınav niteliği taşıdığını ifade etti. Bilimsel çalışmaların, yerel yönetimlerden kamu kurumlarına kadar birçok alanda somut önlemlere ve politikalara dönüşmesi gerektiğini vurgulayan Arslan, çalıştayın amacının teorik bilgiden pratik uygulamalara geçen bir bilgi akışı sağlamak olduğunu söyledi.

Depremlerdeki Yıkımın Üç Ana Nedeni Açıklandı
Programın teknik bölümünde, İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Batuhan Aykanat, “Depreme Dayanıklı Taşıyıcı Sistem Tasarımının Temel İlkeleri” başlıklı sunumuyla sahne aldı. Aykanat, binaların deprem güvenliğini belirleyen üç ana unsuru; yeterli dayanım, uygun rijitlik (sertlik) ve gerekli süneklik (esneme kabiliyeti) olarak sıraladı. Bu üç ilkenin bir arada ve uyum içinde sağlanmaması durumunda, yapıların deprem sırasında beklenmedik şekilde ağır hasar alabileceğini veya tamamen yıkılabileceğini ifade etti. Yanlış taşıyıcı sistem tercihleri, zayıf kolon-güçlü kiriş uygulamaları ve özellikle binaların giriş katlarında dükkan yapmak için kolonların kesilmesiyle oluşan "yumuşak kat" problemlerinin, geçmiş depremlerde yaşanan büyük yıkımların ana nedenleri olduğunu aktardı. Aykanat, 6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri’nde gözlemlenen yapısal kusurlardan çarpıcı örnekler paylaşarak, tasarım ve uygulama hatalarının nelere mal olabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Geleceğin Şehirleri Nasıl Olmalı?
Çalıştayın ikinci konuşmacısı Doç. Dr. Emrah Yılmaz ise deprem sonrası yeniden inşa süreçlerinde "sürdürülebilirlik" kavramının artık bir tercih değil, bir zorunluluk haline geldiğini ifade etti. İnşaat sektörünün, küresel kaynak tüketimindeki ve karbon salınımındaki büyük payına dikkat çeken Yılmaz, geçici barınma ünitelerinden kalıcı konutlara kadar tüm inşaat aşamalarında çevresel etkilerin titizlikle hesaplanması gerektiğini belirtti. Yılmaz, geleceğin depreme dayanıklı ve sürdürülebilir şehirlerinin temelini oluşturacak ilkeleri sıraladı. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, yerel ve geri dönüştürülebilir malzemelerin tercih edilmesi, yeşil bina sertifikasyon sistemleri, modüler ve esnek tasarım yaklaşımları ile sismik izolasyon gibi ileri mühendislik teknolojilerinin, yeni şehir planlamalarının vazgeçilmez unsurları olacağını aktardı. Bu yaklaşım, sadece can güvenliğini değil, aynı zamanda ekolojik dengeyi ve gelecek nesillerin yaşam hakkını da korumayı amaçlıyor.





