"Türkiye'nin birinci sorunudur enflasyon. Hakikaten bugün, enflasyon dediğiniz halk günlük yaşar, halkın birinci sorunu geçim sıkıntısıdır.

Esas enflasyon devletleri yıkan bir olaydır. Milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı da değildir. Ahlakı bozar, borcu olan borcunu ödemez, alacağı olan alacağını alamaz.

Hırsızlıktan, soygundan, fuhuşa kadar hemen hemen bütün yolları açar. Toplumun içini bozan bir olaydır. Onun için batılılar, enflasyona bir numaralı halk düşmanı derler.

Tek kollu canavar derler. Batı enflasyondan fevkalade çekinir..."

Bu sözler Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ait.

1991 yılında DYP Genel Başkanı olduğu dönemde yapmış bu konuşmayı...

Sadece o değil başka liderler de enflasyonla ilgili fikrini paylaşmış.

Bülent Ecevit, 1980 yılında Süleyman Demirel hükümeti kurduktan sonra düzenlediği basın toplantısında, "Mazota, gaza, fuel-olie, kömüre, benzine yüzde 100 zam, demir  ve çelik ürünlerine yüzde 100 zam, çimentoya çok büyük zam, peşinden bir büyük zam daha, kağıda yüzde 400, tuza yüzde 550, gübreye yüzde 500 ile 750 zam, ekmeğe, süte, ete yüksek oranlarda zam, sigaraya, beze, şekere zam, PTT'ye, demiryoluna, uçağa, otobüse  ve daha nicelerine zam. Yurttaşlarımız soruyor olmalılar: 'Ne zaman arkası kesilecek bu zamların' diye... Acı gerçek o ki arkası kesilmeyecek. Bunlar daha başlangıç" ifadelerini kullanmış.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da daha dün bununla ilgili açıklama yaptı...

Amerikan PBS kanalına yaptığı açıklamada Erdoğan, "Enflasyon aşılamaz bir ekonomik tehlike değildir. Ben ekonomistim. Şu anda yüzde 8, yüzde 9 enflasyonun bile tehdit ettiği ülkeler var. Bizde yüzde 80 var. Biz şu anda 250 milyar dolar ihracatı yakalamış bir ülkeyiz. Benim ülkemde marketlerde raflar boş değil. Ama Amerika'da bile bugün raflar boş, Fransa'da raflar boş, Almanya'da raflar boş. Benim vatandaşım şu anda istediği her türlü ürünü marketlerde bulabiliyor" değerlendirmesinde bulundu. 

Ekonomist demişken...

Biliyorsunuz 1994 yılında Başbakanlık yapan Tansu Çiller de ekonomi profesörü, yani ekonomistti. 

Ne olduysa o dönemde olmuş, 5 Nisan 1994 kararlarıyla yüzde 300'ü aşan devalüasyon yaşanmış, ekonomi uçuruma sürüklenmişti. Dövize olan talebi kesmek ve kamu borçlarını ödeyebilmek için hükümet yüzde 400 faizli borçlanma kağıtlarını piyasaya sürmüştü. 

Erdoğan da kendisini ekonomist olarak tanımlıyor. 

Daha geçen yıl sonuna doğru döviz kurları yüzde 200'ü aşkın değer kazanmış ve TL'de gizli devalüasyon olmuştu.

Dolar 8 liralardan 18 liraya kadar tırmanmış, daha sonra 14 liraya gerilemişti. Bugün ise 18,30 lira civarında seyrediyor.

AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılı sonunda enflasyon yüzde 29,7 ile son 20 yılın en düşük seviyesine gerilemişti. Enflasyon zaten düşme eğilimine girmişti.

Ardından DSP-MHP ve ANAP 57. koalisyon hükümetince imzalanan IMF programını harfiyen uygulayan AK Parti iktidarı enflasyonu yüzde 10'lara kadar geriletmişti.

Bugün, yani eylül ayı itibarıyla tartışmalı TÜİK verisiyle enflasyon yüzde 80.

Şu anda yaşadığımız yüksek enflasyon; iktisadi tarifiyle, gelirler ile fiyatlar arasındaki makasın açıldığı, buna bağlı olarak satın alma gücü düştüğü için ekonomiye güveni olumsuz etkileyen ve toplam talebe zarar veren bir enflasyon türü. 

Bu durumda TL değer yitirirken dövize olan eğilim artar. Nitekim de öyle oluyor...

Peki enflasyonun acı sonuçları neler? 

Bunu hepimiz yaşıyoruz. Vatandaşın alım gücü her geçen gün geriliyor.

Memur, emekli ve işçinin 6 ayda bir, asgari ücretlinin ise (bu yıl istisnai olarak 6 ayda bir yapıldı) yılda bir kez zamlanan maaşları bu sürede artan fiyatlar karşısında satın alma gücünü kaybediyor.

İşte zurnanın "zırt" dediği yer de burası.

Ocak ve temmuz aylarında TÜİK'in düşük tutmaya çalıştığı savunulan enflasyon rakamlarına göre yapılan zamlar gerçek piyasa enflasyonunun neredeyse yarısının bile altında kalınca yurttaş fakirleşiyor.

Kredi kullanarak bile bir ev veya otomobil alma ihtimali gün geçtikçe ortadan kalkıyor.

Çünkü TL sürekli kar gibi eriyor.

Ücretler ve fiyatlar arasındaki makasın açılmasıyla adım adım fakirleşiyoruz.

Zengin kesimlerinin refahtan aldığı pay artarken, vergi yükünü üstlenen çalışan ve üreten kesimin satınalma gücü geriliyor.

Bu durumdan istihdam da nasibini alıyor. 

Böyle bir durumda ne yaşam refahından ne de yatırımdan bahsedebiliriz.

Peki bu süreç ne zaman biter?

Ortak aklın egemen olması, mali ve finansal reformların yapılması, iktisat kuralları içinde düşünülen ekonomi uygulamalarının hayata geçirilmesiyle tünelin ucunda belki bir ışık görülebilir.

Yoksa havanda su dövmeye devam eder, seçim ekonomisiyle günü geçirmeye devam ederiz...

Yurttaş yüksek enflasyonun bedelini, döviz kurlarındaki artış, işsizlik, hayat pahalılığı ve geçim zorluğu olarak ağır ödeyecek.

Daha çok da düşük gelir grubu...

Benden söylemesi...