Tarih boyunca insanların aklında her zaman bir hak ve özgürlük fikri yerleşik halde bulunmuştur.  Bireylere bugünkü kadar yoğun ve geniş hak ve özgürlükler tanınmasa da, ilk çağlardan beri insanlara devletler tarafından bir takım haklar tanınmıştır. Bireylerin sahip olduğu bu haklar konusunda, bir ayrım yapmak aslında etik ile pek bağdaşmamaktadır. Ancak insan hakları arasına öyle bir hak vardır ki, bu hak olmadan diğer haklar işlevsel kalır, kullanılamaz hale gelir. Bu sebeple tüm hakların temelinde bu hak yatar. Bu hak, herkesin tam ve sağ doğum ile başkaca hiçbir şarta gerek kalmaksızın elde ettiği yaşam hakkıdır. Yaşam hakkı olmadan diğer hakların kullanılması mümkün değildir. 

Yaşama, bireyin en temel hakkı, varoluşunun ve fiziki devamlılığının ilk şartıdır. Bu nedenle “insanın üstün hakkı” olarak yaşam hakkına saygı, bütün diğer hakların kullanılabilmesi için vazgeçilmezdir. Yaşama hakkı da ancak kişinin; güvenliği ve beden özgürlügüne sahip olması ile mümkündür. İnsan, tam ve sağ doğduğu anda bu hakka sahip olmakta, devletten diğer insanların ve devletin yaşama hakkına saygı göstermesini ve bu hakkının 3.kişilerce ihlal edilmesi ihtimaline karşı gerekli önlemleri almasını talep etmektedir. Bireyin dokunulmazlığı gereksiz şekilde, istenildiği zaman ve keyfi şekilde ihlal edilebiliyorsa ve kişi bedensel özgürlüğe sahip değilse, bu halde kişinin diğer hak ve özgürlüklerini kullanması ve gerçekleştirmesi imkânsız hale gelir. Bu nedenle yaşam hakkı diğer bütün özgürlüklerin temelinde ve merkezinde yer alır. 

Tarih kitapları karıştırıldığında, yaşam hakkının bu denli öncelikli ve kutsal olmasına rağmen en çok ihlal edilen hak olduğu görülecektir.  Bilindiği gibi artık günümüzde olmasa da kölelik müessesinin ortadan kaldırılması uzun yıllar ve mücadeleler neticesinde olmuştur. Kölelik müessesini doğal sayan düşünce sistemleri mevcutken yaşam hakkı ve onun sahip olduğu kutsallığından söz etmek pek mümkün değildir. İlk çağdan günümüze doğru gelindiğinde, insan hakları kavramının ortaya çıkışı bakımından pek çok gelişme meydana gelmiştir. Özellikle 1215 Magna Carta Anlaşması ve 1689 tarihli Bill of Rights, 1776 virgina İnsan Hakları Bildirisi ile geç de olsa yaşam hakkından söz edilmeye başlanmıştır. 

1215 yılında Magna Carta anlaşmasının imzalanmasıyla, günümüzde varolan yaşam hakkı ile ilgili olan bazı meseleleri bariz biçimde ortaya koymuştur. Magna Carta Anlaşması’nın birçok maddesinde yaşam hakkından bahsedilmiş ve bu anlaşma, "yaşamın garantisi ile ilgili bir hüküm koymuştur. 39'uncu maddesiyle de, açıkça şunu belirtmiştir: Özgür kişi; hukukça geçerli bir karar olmadıkça; ya da, ülke yasası gereği olmadıkça, tutuklanamıyacaktır, hapis edilemeyecektir, sürülemeyecektir, ya da herhangi bir yolda, mahvedilemeyecektir. Bu hüküm; bireyin hukuk dışı ve keyfi biçimde herhangi kötü muamele ya da eyleme konu olmasını engellemektedir. Aslında bugünkü anlamı ile suç ve cezaların kanuniliğini vurgulamaktadır. 
Bill of Rights ise uluslararası alanda, yaşam hakkından açıkça bahsetmez. Her ne kadar açıkça ifade edilmese de, Bill of Rights yorum metoduyla incelendiğinde aslında beden bütünlüğünü koruyan, bir belgedir. Bu belge ile bireye insanlık dışı muamele (işkence gibi) uygulanmasının uygun olmadığı vurgulanmıştır. 

Virginia İnsan Hakları Bildirisi'nde yaşam hakkından açık bir şekilde bahsedildiği görülmektedir. Bu bildiriye göre, yaşam hakkı aslında hükümetin temel yapı taşı gibidir. Virginia halkının düşüncesine göre haklar, "doğal haklardır. Yani insan, bu hakları tam ve sağ doğum ile elde etmiş ve toplumda yer edinmiştir. Hakların doğuştan elde edilmesi nedeniyle gelecek kuşaklar, hiç bir anlaşma ile bu doğal haklarından yoksun edilemezler. Bu sebeple yaşam hakkı, insanın varoluşundan kaynaklan bu hakların başında gelir bu, öyle, sıradan "başta gelme" değildir; diğer hakların anlamı ve amacı olmada başta gelmedir. Virginia İnsan Hakları Bildirisi, yaşam hakkının önemini, anlamını ve yerini, ilk maddesinden itibaren vurgular. 

10 Aralık 1948 tarihli olan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, "yaşam hakkı"nı, açık bir şekilde, bireyin hakkı saymıştır (Madde 3). Bildiri aynı zamanda, masumiyet karinesi kuralını da evrensel hale getirmiştir. Bireylere sorgu esnasında işkence ve kötü muamele uygulanamayacağı da bu bildiri ile kabul edilmiştir (Madde 11). Hiç kimseye işkence yapılamayacağı, hiç kimsenin vahşice olan, insanca olmayan, ya da, onurunu kıran bir eyleme ve cezaya çarptırılamayacağı, evrensel olarak kabul edilmiştir.(Madde 5) 4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Ana Özgürlüklerini Korumaya Dair Sözleşme (Roma Sözleşmesi)'nde ise her bireyin yaşam hakkına sahip olduğu kabul edilmiştir. Hiç kimsenin kasıtlı olarak öldürülemeyeceği, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı cezaya, işleme tabi tutuklayamayacağı ifade edilir. 

Yaşam hakkı konusunda, uluslararası düzenlemelerin bu denli yoğun olması sebebiyle devletler uluslararası camiada dışlanmamak veya yaptırımlara tabi tutulmamak için, gerekli önlemleri almış ve yaşam hakkının korunması ile ilgili çeşitli düzenlemeleri kendi hukuk sistemlerinde de kabul etmiş ve kendini yükümlülük altına sokmuştur. 

Yaşam hakkının korunması fikri devletlere ihlal henüz meydan gelmeden önlem alma görevini de yüklemiştir. Devletler bu anlamda, hem aktif hem de pasif olmak üzere çifte zorunluluk altındadır. Anayasalar ile bu sorumluluk açık olarak devletlere verilmiştir. Bazı anayasalardan örnek vermek gerekirse; “Herkes yaşama ve fizik bütünlük hakkına sahiptir” (Bonn AY m.2), “Beşeri yaşam dokunulmazdır” (Portekiz AY, m.24), “Herkes yaşama, fizik ve moral bütünlük hakkına sahiptir” (Ispanyol AY, m.15), “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkina sahiptir” (1982 AY, m.17), “Yaşam hakkı ile kişinin fizik ve psişik bütünlük hakkı güvence altına alınmıştır” (Romanya AY, m.22) Herkes hayat ve vücut bütünlüğü hakkına sahiptir” (Alman AY, m.2/2) 
Dünyada yaşam hakkının gelişim süreci bu şekilde devam ederken; ülkemizde ise Cumhuriyet’in kurulmasından önceki dönemlerde sırasıyla, 1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayun,'ndan başlayarak, 1856 tarihli Islahat Fermanı, 1876 tarihli Kanun-i Esasi ile yaşam hakkı yasal zemine oturtturulmuştur.  
Cumhuriyetin ilanından sonra; 1924, 1961 ve nihayet 1982 Anayasalarında yaşam hakkının yer aldığı ve diğer haklara nazaran öncelikli olduğu vurgulanmıştır. Günümüzde kullanılmakta olan 1982 tarihli Anayasanın 17.maddesinde de;

 "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz. 
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
 ifadeleri yer almaktadır. Görüldüğü gibi, yaşam hakkı en temel haktır.  Yaşam hakkının, bugünkü halini alması çeşitli toplumsal olaylar neticesinde meydana gelmiştir. Bireyler, aslında doğuştan sahip oldukları yaşam haklarını hukuken de elde edebilmek için kanlı mücadeleler vermiş, nihayetinde yaşam hakkının kapsamı birçok ülke de bu denli modernleşip gelişmiştir. Ancak, 21.yüzyıla gelinmesine rağmen günümüzde varlıklarını sürdüren 3. Dünya ülkeleri veya bazı ilkel kabilelerde yaşam hakkı ihlallerinin çok fazla olduğu hatta bireylere yaşam hakkının hiçbir surette tanınmadığı görülecektir. 
Umarız ki, gelecekte tüm devletler bireylerin yaşam hakkını korumak için gerekli önlemleri alır ve her bireyin doğuştan sahip olduğu bu hakkı bireylerin yaşamları sonuna erene kadar korur. 

Kaynakça
(İbrahim Ö. Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku)
(Uğur Alacakaptan, Kişi Dokunulmazlığı- Kişi Güvenliği Türkiye’de İnsan Hakları)
 (Bahri SAVCI, Yaşam hakkı ve boyutları)