Gazeteci-Şair Rahmi Emeç: En güzel yer Hürriyet Haber Ajansı’ydı… Sigorta yapıldı, sendikaya üyeyiz, iki gün tatil, üç ayda bir maaş tutarında ikramiye, maaşımız çok yüksek… Bölge sayfasında haberimiz çıkınca ayrıca prim alıyorduk. Hatta ‘Vardar’dan bile fazla maaş alıyoruz’ diye espriler yapardık…

Emeç, halden anlayan bir abimiz olduğu için “İşiniz çoktur, ben sizin ofise geleyim” dedi. O nedenle söyleşi ofisimizde yapıldı. Emeç, mesleğe başlama hikâyesini şöyle anlattı: “1959 yılında Eskişehir’de dünyaya geldim. Ticaret Lisesi’nde okudum. Lise 2’den terk ettim. Bütün hayatım Eskişehir’de geçti. Çalışma hayatım erken başladı. 17 yaşında kiremit fabrikasında çalıştım. Yaz tatillerinde terzi çıraklığı yaptım. 1984 yılında askerlik dönüşü İstikbal Gazetesi’nde çalışmaya başladım. 15 günde bir Yaşam ve Sanat diye sayfa hazırlayarak gazeteye gönüllü katkı sunmaya başladım. O tarihte şiir, kısa öykü yazıyorum. Eskişehir Sanatçılar Birliği Derneği vardı, onun üyesiydim.”

ETİ BİSKÜVİLERİ’NDE FUTBOL OYNADI

“Vedat Alp’in davetiyle başlamıştım. Vedat bir gün ‘bize muhabir lazım, çalışır mısın’ dedi. Hiç fotoğraf çekmedim… Muhabir denince aklımıza fotoğraf makinesi geliyordu… 25 yaşındayım… Yaklaşık bir yıl çalıştım. İstikbal’de spor eki çıkarmaya başladım. Sekiz sayfa… Eskişehir’deki ilk spor ekidir. Spordan anlıyorum. Lisede futbol oynadım. ETİ Bisküvileri ve İnönü Gençlik’te oynadım. ETİ’nin futbol takımı çok iyiydi. Biz en son lisanslı futbolcularıyız ETİ’nin… Askerlik sonrası işe başlayınca bıraktık.”

ASGARİ ÜCRET ALIYORUZ AMA…

Emeç, şöyle devam etti: “Sonra Sakarya’ya geçtim. Engin Bayrı ve Ali İhsan Sarıçoban Sakarya’dalar… Beni de istiyorlar… Üstün Bey de istiyor… O zaman Sakarya’nın çok parlak yılları… Sakarya’da işe başladım, ne kadar çalıştığımı hatırlamıyorum… Şamdan var, her akşam gidiyoruz. Asgari ücret alıyoruz ama her akşam birkaç bira içebiliyorduk. Rahmetli Sema Pamukçu, Önder Baloğlu’ndan beni istemiş… Milliyet’in ofisini kuracaklar. Orada da 6-7 çalıştım. Sigortamı yapmadılar, bıraktım. Haberlerimi kullanıyorlardı, spor haberlerim ses getiriyordu. Milliyet Spor çok iyiydi…”

KİMSENİN KARŞISINDA EĞİLMEYİN

“Genel Müdür Taner Atilla beni arayıp “Hürriyet Haber Ajansı’na geçiyorum. Sen de yarın git başla” dedi. Hürriyet Büro’da Kenan Şanlıer, kemal Yılmazer, Gönül Öktem var… Gitmeye cesaret edemedim… Pazartesi Kenan Abi arayıp ‘Oğlum niye gelmiyorsun, burada işe başlamışsın’ dedi. O dönemde en güzel yer Hürriyet Haber Ajansı’ydı… Sigortamız yapıldı, sendikaya üye olduk, haftada iki gün tatil, üç ayda bir maaş tutarında ikramiye var, maaşımız çok yüksekti… Simavi’ler eğitim bizi eğitim için çağırırlardı… Teknik bilgilerden sonra bize “Güzel giyinin, ayakkabınız boyalı olsun, kimsenin karşısında eğilmeyin. Bakan bile olsa hiç çekinmeyin sorunuzu sorun” derlerdi. O yıllarda soru soruluyordu… Şimdi soru mu soruluyor? Şimdi sorular önceden alınıyor. Her gazeteci de her yere çağrılmıyor zaten… Dokuz yıl çalıştım.”

GAZETECİLİK DIŞINDA BİR ŞEY YAPMIYORLARDI

“Sonra Simavi’ler ayrıldı. Doğan Grubu aldı. Ofislerden işçi çıkarmalar başladı. Önce Kenan Abi, sonra Kemal Yılmazer, Gönül Abla, en son ben… Benden sonra Eyüp (Kelebek) gelmişti, sadece o kaldı… O yıllar çok parlak yıllardı. O zaman Hacı Seyit’te oturuyorum. Evim kira, kızımız Gökçe olunca eşim iş hayatını (gazete tasarımcılığı) bıraktı, ona baktı… Durumumuz iyi, sen çocuğa bak dedim. Ona rağmen ben para biriktirdim. Ajans, belediye başkanları ne kadar maaş alıyor gibi bir haber yapacaktı. Böyle bir bilgi istediler… Selami Vardar, belediye başkanıydı… Bölge sayfasında haberimiz çıkınca ayrıca prim alıyorduk. O günkü koşullarda bölge sayfasında haberimiz çıkınca asgari ücret kadar para alıyorduk. Hatta ‘Vardar’dan bile fazla maaş alıyoruz’ diye espri yapardık… Ajans bizi koşturuyordu ama emeğimizin karşılığını da veriyorduk. Çalışanlar açısından en parlak dönemdi… Hatta bir toplu sözleşmede sendikadan fazla verdiklerini biliyorum. Sendika yüzde 20 verecek, işveren yüzde 25 verecek. Şimdi mümkün mü? Ben şuna yoruyorum… Çünkü bunlar aileden gazeteci… Gazetecilik dışında bir şey yapmıyorlardı. Devletin ihalesine katılmıyordu… Sadece gazetecilik yapıyorlardı.”

TEPEBAŞI BELEDİYESİ DÖNEMİ…

Emeç: “Hürriyet Haber Ajansı’ndan sonra Sakarya’ya döndüm. Ayrıldım, yaklaşık bir yıl gezdim… 2001 yılıydı… Bir gün Ahmet (Ataç) Başkan aradı… Tepebaşı Belediyesi’nde işe başladım. Ahmet Başkan kaybedince ayrıldım. Hakkını yemeyelim Tacettin (Sarıoğlu) Bey’in böyle bir talebi olmadı. Ama yeni başkana alan açmak gerekirdi. Biraz dolandım yine… Eskişehir 2000 diye gazete kuruldu, yaklaşık üç ay yayın yaptı, orada da çalıştım. Sonra Sonhaber günleri başladı… 2009 yine Tepebaşı Belediyesi’ne döndüm. Orada devam ettim… Yaklaşık 10 ay önce Belediye’den ayrıldım. Ahmet Başkanla problem yaşamadım ama yaşlanıyorum. Yazı hayatım var, kısa öykü yazıyorum, şiir yazıyorum. Bunları kitaplaştırmam lazım. Bir roman çalışmam var, onu tamamlamam lazım. Düzenli bir iş hayatı hele belediye mesaisi sizi bunlardan uzak tutuyor. Düzenli okumalar yapmam lazım. Biraz bu nedenlerle uzak kalayım dedim. 10 aydır iyi kitap okuyorum. İzmir’e, kızımın yanına gidip geliyorum.”

SAHAF AÇMAYI DÜŞÜNÜYOR

Tepebaşı Belediyesi’nden 10 ay önce ayrılan Emeç, “Sahaf açmak işini hep düşünüyorum. Çok sahaf var denebilir… Sahaf kültürünü de tam öğrenmiş değilim, çok ilginç kitaplar var. Kendimi yetiştirmek için, kitapların arasında olmak için sahaf düşünüyorum. Paraya elbette hepimizin ihtiyacı var ama parayı mutsuz kazanmak kadar kötü bir şey yok. Ben sahaf açmayı düşündükten sonra Eskişehir’e 20’ye yakın sahaf açıldı. Bende araştırıyorum, düşünüyorum… Bu tarz mekânların çoğalması bile insanı değiştirir” diye konuştu.

BABASININ İSTEĞİ ÜZERİNE POLİS OLUYORDU

Emeç, polislik ‘macerasını’ şöyle anlattı: “12 Eylül 1980’de Kıbrıs’ta askerdim. Askerlik bitince babam ‘polisliğe başvur’ dedi. Babama ‘beni polis yapmazlar, biliyorsun’ dedim. Babamı kıramadım, başvurdum… Sınav için önce Eskişehir’de Emniyet Müdürlüğüne çağırıyorlar. Sınav şöyle oluyor. Bir heyet tek tek çağırıyor… Fiziğe, konuşma tarzına bakıyorlar… Heyetten biri bana Atatürk Caddesi’ni göstererek “Bu caddede hiç mitinglere katıldın mı” dedi. Katıldım desem sınavı kazanamayacağım, katılmadım desem yalan söylemiş olacağım… Haberim yok gibi bir şeyler söyledim… Tamam, gidebilirsin dediler. Liste asıldı, ben kazanmışım… Asıl sınav Ankara’da oluyor. İlk aşamayı geçtim. Bir gün eve gidiyorum. Babam da camiden dönüyor. Bekçi pusula bırakmış, verdi bana… Gittim, polislikle ilgiliymiş… Ankara’da sınavı kaybettiğime dair bir belgeye imza atmam istendi. Ben okumaya çalışırken polis ‘İmzalasana lan, devlet yalan mı söylüyor’ dedi. Pol-Der’li olduğunu düşündüğüm başka bir polis sırtıma dokundu ‘imzala delikanlı imzala’ dedi. Girmediğim sınavın sonucunu bana tebliğ ettiler. İmzaladık…”