Mithat Cemal Kuntay bir şiirinde şöyle der:
 

Zincirin altınsa da hatta, koparıp kır,

Susmak ne demekmiş, yere haykır göğe haykır!

Vicdan bile duymaz çıkmazsa bir âhı,

Sessiz kölelerdir yaratan binbir ilâhı

Elbet put olurlar öpülen eller, etekler,

Elbet öpen oldukça, olur öptürecekler!

Hürriyet, o en son şerefindir, onu satma!

Bir tanrı yeter, kendine bin tanrı yaratma!

Kanaatimce Kuntay bu dizelerinde toplumu, tebaalıktan sıyrılıp, yurttaşlık bilincine sahip olmaya çağırmaktadır. Aktif yurttaşlık, ifade özgürlüğüne veya özgür konuşma hakkına dayanır. Tahakküm karşısında susmak ve itiraz etmemek tebaa veya kul olmayı kabullenmektir.

SÖZLEŞME, YURTTAŞLIK ve HAKLAR

Demokratik bir rejim, aktif yurttaşların susmama, yani serbest konuşma hakkını hiçbir otoriteden çekinmeden kullandıkları bir rejimdir. Yurttaş olma bize sadece yükümlülük bindirmez, beraberinde haklar da getirmektedir. Bu idrak edilmedikçe, vatandaşlığı sadece bir ülkenin kimlik kartını taşımakla bir gören yığınlar, kendilerine üzerine yük yığılan yaratık muamelesinin reva görülmesine rıza göstermek zorunda kalacaklardır.

İnsanlar yurttaşlığın devletle kendileri arasında bir sözleşme olduğunu daima hatırlamalıdır. Bu sözleşmenin taraflarından herhangi birinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda diğer tarafın ona sözleşmedeki yükümlülükleri hatırlatma hakkı olduğu hiç akıldan çıkarılmamalıdır. Zaten devlet bu hatırlatma konusunda çoğunlukla pek ihmalkâr değildir. Ancak yurttaş açısından baktığımızda, işte bu hatırlatma hakkı, özgür konuşma hakkıyla doğrudan alakalıdır.

Devlet veya iktidar sözleşmenin yükümlülüklerini yerine getirmediğinde zulme meyletmiş demektir. Zulmedene karşı da mazlumun ve mağdurun itiraz hakkı vardır. Rejim bu zulüm gerçeğini örtmek isteyecektir. Bu maksatla toplumda rıza üretmek için, insanlara vatan ve din soslu türlü çeşitli afyonlar sunulması otoriter rejimlerin olmazsa olmazıdır. Aktif yurttaşlar bu soslarla gözlerinin boyanmasına rıza göstermeyenlerdir. Yurttaşlık sözleşmesini hiçe sayan bir yönetim yurttaşlardan sürekli tebaa olmasını talep ediyorsa, vatandaşlık sözleşmesini ihlal etmiş demektir.

“KELLECİ DEMOKRATİK ANLAYIŞ” OTORİTERLİĞE AÇILAN KAPIDIR

Tebaa olmayı kabul etmek ve/veya gönüllü kulluk, köleleşmektir. Gönüllü kulluk, yurttaşla devlet arasındaki sözleşmeyi unutma veya bilmeme halidir. Kendinden alınanın, kendisine çok daha ufak bir payla geri verilmesini nimet bilip şükretme halidir. Bu durumun kalıcılaşmasını ve kurumsallaşmasını sürekli kılmaya çalışan iktidarların ve rejimlerin demokratik oldukları söylenemez.

Elbette demokrasi insanoğlunun keşfedebileceği en ideal rejimdir demek güçtür. Demokrasiyi (özellikle de mevcut temsili demokrasi biçimiyle) tek ve son çözüm olarak özümsemek insan potansiyelini sınırlı görmek ve “tarihin sonu” safsatasını kabullenmek demektir. Ancak şu da bir gerçek: Demokrasileri diktatörlüklerden veya otoriter ve totaliter rejimlerden güçlü kılan şey eleştirinin serbest olmasıdır. Demokratik rejimlerde eleştiri bir aynadır. O ayna sayesinde sistem eksiklerini görür ve telafi eder; gediklerini kapatır. Eleştiri olmayan ortamlar ise riyakarlık ve dalkavukluk üretir.

Maalesef ülkemizde demokrasi denilince genellikle “kelle saymak” anlaşılır. Ancak demokrasiye böyle bakanlar, bunu millî irade söylemiyle örterler. Ülkeyi idare edenler seçimlere katılım oranı yüksek ise ve/veya yüzde 50+1 oy alarak iktidara gelmişse, kendilerini dünyanın en iyi demokratı görebilirler. "Hatta biz muhtar bile seçebiliyoruz, Eyyy Avrupa!" diyerek boş bir böbürlenmeye bile kapılabilirler...

İşte demokrasiye böyle kelle sayısı veya sadece prosedür olarak bakma durumu erk sahiplerini eleştirilere karşı kör yapar ama sağır yapmaz. Kendilerini eleştirenleri anında duyarlar ve de düşman olurlar. Karşılık vermek için önce hafif hakaretlerle başlarlar, ardından ağır hakaretlere ve hainlik ithamlarına kadar varır iş.

Demokrasiyi sadece bir prosedürden ibaret sayan zihniyet sahipleri bir yandan muarızlarını hainlikle suçlar, diğer yandan da komik düşmek pahasına kendilerini dünyanın en ileri demokratı olarak sunmaktan geri kalmazlar. Hiç yüzü kızarmadan ve de sıkılmadan kendi çiftlikleri olarak gördükleri memleketin rejiminin dünyanın en ileri demokrasisi olduğunu iddia ederler!

KELLECİ DEMOKRATİK ANLAYIŞIN BİTMEYEN GÜLENİZM TUTARSIZLIĞI

Ayrıca bu "kelleci demokrat anlayış" Gülenistlerle etle kemik olma deneyiminin/döneminin gündeme getirilmesinden de hiç hoşlanmaz. Kelle saymayı demokrasi sayanlara/sananlara göre bu, eskiyi ısıtmaktır. Yeni şeyler söylemek gerektiğini söylerler bu hususta.

Ancak bu zatlar şunu gör(e)mezler veya görmek istemezler:

Kült hareketi lideri Gülen’e özlem mesajlarının birbiriyle yarıştığı dönemde, hasmane olmayan ama sağlam eleştiriler yapan bir kesim vardı. Bu kesime, iktidar başka hususlarda ölçüyü kaçırdığı için eleştirel tutumlarını sürdürmeleri nedeniyle Gülenizmle hesaplaşma döneminde de itibar edilmedi. Hatta bu kesim bazı ithamlara mâruz kaldılar. Hatta hiç sıkılmadan bu şahıslara bile FETÖ’cü diyenler oldu!

Öte yandan zamanında Gülen’e en abartılı methiyeleri düzenler ve her faaliyetine koşmuş kişiler yine gözde durumlarını korumaktadırlar.

Bank Asya hesabında birkaç bin lirası olduğu için ceza alanların olduğu bir konjonktürde bu bankanın bilmem kaç yıl genel müdür yardımcılığını yapmış kişi Sermaye Piyasası Kurulu’nun başına getirilmektedir. Gülen’le boy boy resimleri olanlar bakan ve danışman olmaya devam etmektedir. İktidara yakın bir işadamının normal bir vatandaşa oranla Bank Asya'da oldukça yüklü bir hesabı olmasına rağmen hakkında açılan davaya derhal takipsizlik kararı verilebilmektedir. Üstelik güya milat olan 17-25 Aralık'tan sonra bu zat Zaman Gazetesi'ne de ortak olmuştur! Ancak bu zat iktidar nezdinde kabul görmüş bir zat olduğu için garibanların sülalesinin hayatını karartan şeyler onun için bir sinek vızıltısı olmanın ötesine gitmemiştir.

Derler ki malum yapının üstüne gidilmiştir ve gidilmektedir. Ama anlamazlar ki bu “üstüne gitme” de olması gerektiği gibi değildir çünkü hukuk ve adalet yok sayılmıştır. Fethullahçı rektörleri desteklemiş, Fethullahçıların programlarına otobüsler kaldırmış ve çocuklarını okullarında burslu okutmuş pek çok şahıs hâlâ ödüllendirilmeye devam etmektedirler.

Peki neden?

Çünkü bu insanlar bugün bile inansalar da inanmasalar da menfaatleri gereği her şeye alkış tutmaya devam ediyorlar. O zaman Fethullah'ın gözyaşlarında ve burun çekmesinde keramet arayanlar, bugün kitleyi konsolide etme amaçlı tarih hamaseti ve din istismarında yerlilik ve millîlik arıyorlar!

Ayrıca Fethullahçılarla girilmiş benzer sorunlu ilişkilerin başka – güya dinî – yapılarla da sürdürüldüğü gerçeği de görülmüyor...

Fethullahçı yapılanmada var olan sakat zihniyetin diğer yapılarda var olduğu gerçeği de görülmüyor...

Fethullahçılarla iyi ilişkiler döneminde onlara yağdanlık olanların bugün de başka türlü yağdanlık işlevlerine devam ederek gemileri yürüttükleri gerçeği de ortadan kalkmış değil.

Tüm bu gerçekler ortadayken, bu gerçekleri dile getirmenin adı "müzmin muhaliflik" oluyor! Bir insan gerçeği dile getirdiği için, yani onurlu ve zor olanı yapmayı tercih ettiği için otomatikman müzmin muhalif kabul ediliyor...

Ayrıca kelleci demokrasi anlayışı muhalif olmayı/muhalefeti meşru görmeyi de bir türlü beceremiyor; muhalif onlar için düşman demek çünkü. Dolayısıyla muhalefetin yani düşmanın doğruyu söylemesi tolere edilemez bir haldir. Doğrunun söylenmesinden hoşlanmadıkları için de doğruyu söyleyen otomatikman müzmin muhalif/düşman sayılır.

‘İLERİ DEMOKRASİ’ PALAVRASI BAHANE, REKABETÇİ OTORİTERLİK ŞAHANE

Plebisiter/seçimli otoriterliğe endeksli kafa ne eleştiriden hoşlanır ne de muhaliften. Kelle sayısı hesabını ileri demokrasi olarak satabileceğini zanneder! Oysa böyle rejimlere rekabetçi otoriter rejim veya melez rejim de denir. İlliberal demokrasi diyenler de vardır. Dolayısıyla toplum olarak şunu artık açık ve net olarak anlamalıyız: Kelleci demokratik anlayış sahiplerinin gittikleri istikamet demokrasi değil seçimli otoriterlik veya rekabetçi (yarışmacı) otoriterliktir. Bu da demokrasi değildir...

Siyasi ayağın konuşulmasını engellemek için sürekli eskiyi ısıtmamak gerekir diyorlar. Eğer eskinin ısıtılmaması gerekiyorsa, herkese karşı olmalı bu tutum.

Unutmayalım:

Fethullahçı yapıyla içli dışlı olmuş pek çok kişi taltif görmeye devam ederken 10 sene önce, 15 sene önce bu yapıyla ilişkisini kesenler mağdur oldular ve olmaya da devam ediyorlar. Bunları söylemek de kimseyi “FETÖ’cü” yapmaz. Ayrıca muhalefet bunu söylüyor diye de doğru yanlış olmaz.

Eyy hamaseti pişirip yerlilik ve millîlik olarak önümüze koyanlar!

Eyy kendilerine oy vermeyenlerin köksüzlük için oy verdiğini söyleyenler!

Retorik düzeyinde hep söylediğiniz bir hususu işinize gelmeyince unutma hakkınız yoktur: Gelecek mazi üzerine inşa edilir.

Maziyi doğru tahlil etmeden geleceği inşa edemezsiniz. Dolayısıyla “eskiyi ısıtmama” mazeretiniz sizin bir defa muhafazakârlığın en temel esası olarak benimsediğinizi ileri sürdüğünüz ilkeye zıt düşen bir durumdur.

Maziyi anlamak veya Tarih’i anlamaya çalışmak da hamaset değildir tabi. Tarih hamaset olarak anlaşılırsa tarihin suistimali doğar.

Hameset pişirmek için habire tarihi kurcalayanların işlerine gelmeyen yakın tarih sayfalarının önlerine konmasına karşılık “eskiyi ısıtma” demeleri de oldukça çelişkili bir tutumdur. Hatta ondan da öte, aleni sahtekarlıktır...

Hele hele de köksüzlük propagandasıyla oy toplayanların her sattığını alıp, geçmiş hatırlatıldığında mazeretler üretmek ve bel altı yapmak çok çirkin bir tavırdır.