Korona günlerinde, bağımlılık kavramı ile pazarlamacılar ve reklamcılar yeni bir çığır açıyor ve yeni bir pazar doğuyor. Tüketim alışkanlıklarımız, yaşam tarzımız dönüşüyor. Buna sebebiyet veren ise insanların ihtiyaçları ve egoları.20. yüzyıl ile değişime uğrayan internet ve sosyal medya olanakları bireylerin psikolojilerine bağımlılık olarak yansıyor.

“Dijital yerlilerin” sayısının her geçen gün arttığını, kullanıcıların birbirleriyle iletişim kurup etkileşime girdiği sosyal medyanın; markayı, ürünleri, hizmetleri ve insanları pazarlayabileceğimiz en etkili kanallardan biri haline geldiğini biliyoruz. Çoğu insan gününün yarısını mobil cihazlarıyla internette gezinerek ya da sosyal medyayı kontrol ederek geçiriyor. Facebook en popüler platformlardan olmak üzere arkasından Instagram ve Twitter geliyor. Psikologlar ve bilim insanlarının dijital bağımlılık hakkında çok ciddi çalışmalar yaptıklarını biliyoruz.

Öncelikle “Sosyal medya mı insanların egosunu hedef alıyor? yoksa insanların ihtiyaçları mı sosyal medyayı bir pazarlama aracı haline getirdi?” kısmına bakmak lazım; yani olayın başlangıcına. Sosyal medya her daim mevcuttu, internetin en başından bu yana. Bu kadar kolay erişilebilir ve kapsamlı değildi tabii , Myspace bir nevi Facebook'tu, Flickr ise Instagram'dı, ama ikisinde de reklam pazarlama kısmı yoktu. Çünkü işin içinde kişisel veri işlenmesi kısmı yoktu. Bunun da sebebi, akıllı telefonların olmamasıydı. Yani, akıllı telefonlardan önce de sosyal medya vardı, ancak bireylerin hayatlarıyla ilgili veriler çok sınırlıydı, reklam verenler için işlenip, yeniden değerlendirilebilir durumda değildi. Şimdi ben, kısa bir araştırmayla reklam verenin ulaşmak istediği hedef kitleyi çok düşük bir yanılma oranı ile seçip, geçmişe göre düşük maliyetler ve en önemlisi aracıları ortadan kaldırarak hedef odaklı reklam verebilirim. Bu hem reklam veren için iyi, hem de reklamı gören kullanıcı için. Çünkü TV’deki gibi alakasız kuşaklarda, kendisini ilgilendirmeyen reklamlar yerine, biraz daha kişisel, kendi tercihleri ve alışkanlıkları yönünde ürünlerin reklamlarıyla karşılaşıyor insanlar. Sosyal medyanın özel yaşantımıza girmesinden şikâyetçiyiz. Bu yüzden defalarca sosyal medyadan uzaklaşma kararı aldım ve başarısız oldum sonuç olarak ise dijital bağımlı olduğumu düşünüyorum.

Sosyal medyanın özel hayatın dokunulmazlığına saldırı olduğu düşüncesinin farkındayız çünkü kişisel verilerinin işlenip, tekrar pazarlanacağı bilgisini veriyor bizlere burada kişisel tercihler devreye giriyor. Kabul etmek ya da etmemek.. Bu konuyla ilgili Netflix üzerinden de izleyebileceğiniz “The Great Hack” isimli belgeseli izlemenizi tavsiye ediyorum. Sosyal medyada için insanlar bu durumu göz önüne almalı, verilerin nasıl toplanıp, nasıl işleneceği sayfa sayfa anlatılıyor. İşin özünde alan razı, veren razı bir ortamdayız. İllegal bir durum söz konusu değil. Nasıl bir etki altında olduğumuzu ve ileride nelere maruz kalabileceğimizi öngörmemiz gerekiyor.

Egoyu bastırabileceğin şeylerden biri eskiden televizyondu. Televizyona çıkmak, televizyonda olmak, televizyonda görünmek, saniyelik iş de olsa büyük bir şeydi. İnsanlar böyle tatmin oluyordu. Andy Warhol’un “Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak.” Sözü TV için gerçek olur diye beklenirken, sosyal medya çıktı ortaya. Herkes Instagram hesabı üzerinden canlı yayınlar açarak istediği kitleye kolayca ulaşıp, haz sağlayabiliyor. Artık televizyonların bile kaldırabileceğinden fazla ünlü var. Facebook kurulurken amacın üniversite arkadaşlarını buluşturma aracı olması diye bilinirken. 2004-2005 yılları aslında bu anlamda önemli bir tarih. Facebook, Youtube, Reddit gibi sosyal medya alanları, ünlü olmak isteyenler için farklı mecralar. Reddit'te bir birey “Ben bir çöp toplayıcısıyım, bana istediğinizi sorun." dediğinde, günlük hayatında olmayan çok farklı sınıftaki insanlara bile kendini fark ettirebiliyorsun. Azınlığın da kendi sesini duyurması ve örgütlenme açısından farklı bir boyutu var.

Pazar bu durumu kullanıyor

Piyasada tutunmak isteyen tüm haberleşme uygulamaları, platformları "story" özelliği ekliyor kendisine. En kolay ve ucuz yollu sosyal medya uygulaması olmak bu çünkü. Whatsapp bile kısa mesaj programıyken, şimdi story ekleyip, güne giden kadınlar birbirinin story'sinden fotoğraf çekiyor. Yine, yeni aldığın elbiseyi sosyal medya olmadan 10 kişiye gösterip, 6-7 "like" alacakken, şimdi 3453 kişiye gösterip, 345 “like” alıyorsun, kendini daha iyi hissediyorsun. Kısa sürede bir çok kitleye ulaşıyorsun. İlk konuyla bağlarsak, bunun karşılığında da durumu fark eden reklamcıların kitlelere ürünlerin satın aldırabilmesi sağlanıyor. Tüketim toplumunun içinde pazarlamacıların bu durumdan faydalanmaması haliyle söz konusu olamaz.

Milliyet Tv eski yayın yönetmeni Erinç Eröz ile bu konu üzerine sohbet ederken şöyle demişti: ” Türk kültürü içindeki en önemli değerlerden biri olan ‘paylaşma’ değerinin anlamı sosyal medya ile bir evrilme geçirdi. Eski anlamıyla ekmeğini bölüşmek, yardımlaşma tabiri yanında şimdi ise ‘Yeni arabamı paylaşayım, lüks restoranlarda yediğim yemekleri paylaşayım..’ “ düşünceleri ile gösteriş ve özendirme boyutuna gidilerek , insanların sahip olduğu geleneklerin de çiğnendiğini belirtmişti. O kadar haklı ki keşfet sayfasına girdiğimiz de kadınların mükemmel fizikleri, herkesin ultra lüks araba ve evleri, harika yemek yapan kızlarımız, her hafta tatil, kısacası mükemmel hayat. Bu durumun katlanıp gitmesiyle beraber bireyin kendine yabancılaşması (kendimi tenzih etmiyorum) beni epey rahatsız etmeye başladı. Kimse yanık bir yemeği çekip paylaşmıyor, kimse eski kumaştan perdelerini paylaşmıyor, solmuş çiçeklerin de yeri yok instagram sayfamızda. Keşke hayat profillerimiz kadar harika olsaydı. Eğer gerçeklerle barışık olmazsak bu kadar -sözde- mükemmelin içinde yaşadığımız hayatlar bizi mutsuzluğa itip depresif bozukluklara neden olacaktır. Yine hemen çok meşhur olan bir dizi tavsiyesiyle yazımı sonlandırıyorum. Israrla tavsiye ettiğim ‘Black Mirror'’ın karamsar serisini izlediğinizde biraz daha farkındalık yaşayacağınıza eminim.