Hadi şöyle duyalım:

90’lar… On yaşından küçük, beş yaşından büyük bir çocuğum…

İçine girdiğimizde ilaç ve çamaşır suyu kokusuna benzer o geniz yakan kokuyla tanışmam, camianın mensubu bir annenin evladı olmakla başlıyor. Bazen okul çıkışlarında bazen annemin nöbeti olduğu günlerin akşamlarında illa ki gidiyoruz oraya. Bazen ambulans geliyor, bazen gidiyor. Bir ilçe merkezinde sağlık ocağı olduğundan, “ameliyathane” levhası yok. SSK günlerine yetişemedim bilmiyorum. Gökmeydan’da eski devlet hastanesinin yanındaki yatılı sağlık meslek lisesi (sağlık koleji) mezunu olduğundan, o bölge hep bir sit alanıdır hatıralarda.

Dedim ya, tanışmadık, kaynaştık, içerisinde büyüdük camianın… 

Misal bir nöbet akşamında, sağlık ocağının gizemli yanlarını çocukça keşfetmek isterken rastladığım bir levha var: “morg”. Neyse ki boş. İçeriye sadece kapıdan bakıyor ve girmiyorum.

Soğuk sarı duvarlar, hemen beride nöbetçi hekimlerin ya da internlerin (stajer) kaldığı oda. Siyaha yakın koyu kahve renkli keçe gibi bir yorgan… beyaz demir iskeletli yataklar. Bodrum katta olmasından mütevellit dışarısı görünüyor ancak kar kapatmış camın önünü. Kaloriferler yanıyor, kazan dairesi az ileride. Hatta bazen hizmetli eksikliğinden bizim hemşire hanımlar dahil, kazanı yakmayı da beceriyorlar. Hemşire ya, yapar. Önce can.

Daha beride bir odada şırınga şişeleri, serumlar, hortumlar. Koşarak yukarıya çıkıyorum, çocuğum. Radyo sesi geliyor. “TRT Ankara radyosundan sesleniyoruz kıymetli dinleyicilerimiz. Özay Gönlüm’ün derlediği türküyü, sanatçının kendi sesinden dinliyoruz: “Beyler bahçesinde gandiller yanar, gandilin şavkına da bülbüller gonar, alem sevdiğine de böyle mi yanar, açcıcık aklımı da aldın da gittin (A canım sürmelim palazım)”… Nöbetçi hekim bir yandan tıpla alakâlı olduğu belli kitapları okurken, diğer yanda radyo cızırtısı ile ona eşlik ediyor…

Sadece nöbetler yetmiyor. Ev telefonu da acil durumlar için kullanılıyor elbet. “Hatice teyzenin nefesi değişti koş kızım. Ahmet amcan bir tuhaf oldu uç kızım. Oğlanın çok ateşi var, nolur abla yetiş” …

Koşuyor hemşire hanım.

Bugünlerde hani kolonya, dezenfektan kokusunu çok duyar olduk. İrkilirim ben o kokudan. Çocukluğuma inmek lazım belli ki. Annemin yalnız gitmemek için beni de yanına alıp götürdüğü hasta evlerinde kolonya kokardı genelde. Ben odaya girmek istemezdim. Çünkü odanın içerisinde neyle karşılaşacağımı bilmeden ürkerdim. Ama kolonya kokardı. Ambulans gelirdi kapısına evlerin. Bazen de gelmesine gerek kalmazdı…

Soğukkanlıdır bu camia. Allah’ın bir lütfudur can bahşetmek istediği kullarına. Eli ayağında dolanmadan güzelce selamete çıkarırlar sizi.

Ve hani bazen filmlerde bazen de nadiren haberlerde görürüz. Bir trafik kazası olur, bir hastaneye götürürler yaralıyı, acil hekiminin kızıdır yaralı olan… Hah onu da yaşadım ben. Çocukluğuma inmek lazım. Bir 23 Nisan öncesi, bando ekibi prova yapıyor dediler. Sıyrıldım gittim babamın dükkanından, kafaya koyduğumda yapacak olduğum işlerin tohumları o günlerdenmiş sanırım. Sıyrıldım gittim fakat bandoya ulaşamadım. Zira geri geri gelen bir pikap araç çarptı. Belki de ölüme 5 cm kala “hoppp durr çocuğa çarptın” dediler de durdu araç. Bacaklarımdaki teker izleri hep gözümdedir bugün dahi. Götürdüler sağlık ocağına. Bilmem anlatabildim mi?..

Dostlar, kardeşler, abiler, ablalar, teyzeler… gelin dikkat edelim, tüm yükü bu emeklere yüklemeyelim. Bugünler de geçecek ve “elbet bir gün yeniden buluşacağız. Bu böyle yarım kalmayacak…”

Canım sağlık camiası. Hepinize bugünlerde daha çok güç, kuvvet, sabır duasıyla… Her birinize teşekkür, minnet, hörmet ve saygıyla…