Ecz. Yamaç: Aromaterapi… Bunların hepsi bilimsel, hepsi çalışılmış. Hangi bitki ne işe yarıyor? Hangi oranda kullanılması lazım. Nasıl karıştırılabilir? Nasıl karıştırılamaz. Hangileri bir araya gelmeli? Hangileri bir araya gelmemeli. 1+1’in iki olmadığını öğrendik. 1+1’in bazen 11 bazen eksi 11 olduğunu öğrendik. Ne yapacağımızı ve ne yapmayacağımızı biliyoruz.

Dr. Akgün: En önemlisi bu Zeynep. Çünkü bu uygulamalar yapması çok zor şeyler değil. Öğrenilebilir herkes de yapıyor zaten. Ama kime yapmayacağını bilmek işin en önemli noktası. Doğru noktaya yaptığında gerçekten bizim şahit olduğumuz mucizeler oluşuyor. Bizi de şaşırtan ve mutlu eden…

Ecz. Yamaç: Aromaterapi için kadim bilginin güncellenmesi denebilir. Çağlar öncesinden bize yavaş yavaş aktarımlar yoluyla gelen bilgileri artık bilim ispatlıyor. Aromaterapi için bunu çok net bir şekilde söyleyebilirim. Sonra yavaş yavaş eczacılar olarak aromaterapiyi uygulamaya başladık. Hekimler teşhis koydu, reçete yazdı. Biz eczacılar reçetelerdeki karışımları yaptık. Hastalara uyguladık. Ve neler oldu neler… Sedef hastalarımız iyileşti. Egzama hastalarımız iyileşti. Romatizma hastalarımız iyileşti. Fibromiyalji hastalarımızın ağrıları geçti. Sadece bir şeyler sürerek… Uyku bozukluğu olan hastalar uyumaya başladılar. Sadece bir şeyleri koklayarak... Ve kokunun ne kadar etkili bir yöntem olduğunu öğrendik. Koklayarak ders çalışamayan çocuklar ders çalışmaya başladılar. Anne ve babalar hayretler içinde geri dönüş yaptı bize…

Dr. Akgün: Bende akupunkturu anlatayım… Hayat bizi yönlendiriyor. Hacamat, sülük, akupunktur bunların hiçbiri aklımda yoktu. Bunları mahallede Ayşe teyzeler yapıyor sanıyordum. Bu kadar etkili olduğunu ve sağlık profesyonellerinin yaptığını bilmiyordum. Ne kadar yanlış düşünmüşüm. Önyargı kadar insanı kör eden bir şey olamaz. Sonra hayat beni buraya itti. Her türlü iğne ve ilaca rağmen diz ağrısı geçmeyen birinin ağrısının uygulamayla geçtiğini gördüm. Dakikalar içinde geçti. İnanılmaz bir şey… Akupunktur benim ilk göz ağrımdır. Sen bize homeopatiden bahset...

Ecz. Yamaç: Homeopati geleneksel tıp yöntemleri arasında anlaşılması en zor olanıdır. Tavşanın suyunun suyu olarak geçiyor. Çünkü homeopati dediğimiz şeyin içinde etkin madde, doz yok denecek kadar az ama bilgi var. Suyun hafızasının olduğunu biliyoruz. Duyguların fotoğrafı çekilebiliyor artık. Miraç, ışınlanmadır. O dönem inanmayanlar oldu ama şu an ne zaman bulunacak diye bekliyoruz. Homeopati de böyle bir şey… Hastaya zarar vermemek, yan etkileri ortadan kaldırmak amaçlanıyor.

Dr. Akgün: diğer yöntemlere bakalım… Hacamat bir kan alma yöntemi değildir. Kan almak istesek damardan litrelerce kan alabiliriz. Tıpkı Kızılay’ın yaptığı gibi… hacamat bir diyaliz yöntemidir. Epidermal diyaliz diyebiliriz. Biz cilt altında bağ dokuda depolanmış olan zararlı atıkları deri yoluyla dışarı alıyoruz. Damar kesmemeye özen gösteriyoruz. İki A4 kağıdını üst üste koyuyoruz, üsttekini çiziyoruz alttakine dokunmuyoruz. O kadar ince bir çizik… İkincisi sülük de bir kan alma yöntemi değildir. Pis kanı çekmez. Sülüğü uygulamaktaki amaç enzimlerini vermesidir. Çünkü yüz küsur enzimi var. Damar genişletici, ağrı kesici, rahatlatıcı, kan pıhtılaşmasını engelleyen, antibiyotik etkisi gösteren pek çok enzimleri var. Bu enzimlerinin faydalarından ve şifalandırıcı etkisinden yararlanmak için sülüğü yapıyoruz. O yüzden bazı acil durumlar haricinde ilk uygulamada sülüğü tercih etmiyoruz. Manuel terapi… Burada da kemikleri oynatıp hepsini yerine getirmiyorsun. Yok öyle bir dünya… Zorladığın için eklem kapsülünü yaralıyorsun. İş dönüp dolaşıp yaralanmaya geliyor. Yarala ve vücut kendini iyileştirsin. İyileştireceği yere işaret koymuş oluyoruz. Vücut nereyi iyileştireceğini bilir. Sadece yaralanan yerle de kalmaz onun çevresini de iyileştirir. Daha sonra Schüssler Tuzları var, Bach Çiçekleri var, hipnoz var… Hipnozda içimizdeki çocukla konuşuyoruz. Çünkü hayatımızı yöneten içimizdeki çocuk... O yüzden 50 yaşındayken beş yaşındaki çocuk gibi kavga ediyoruz, yine beş yaşındaki çocuk gibi inatlaşıyoruz.