Yazı: Psikolog Ebru Yüksel Erer

Kişisel ihtiyaç ve tercihlerimizi fark edebilmenin ve diğer insanlar ile aramızdaki bireysel farklılıkları ifade edebilmenin yolu sağlıklı bir kişisel alan yaratabilmekten geçer. Bu kişisel alanı yaratabilmek için birey olarak fiziksel ve duygusal sınırlar oluştururuz. Bu yolla, hayatımıza, kimleri ve ne ölçüde dâhil edeceğimizi belirleriz; sorumluluklarımızı ya da sorumlu olmadığımız pek çok şeyi ortaya koymuş oluruz. Ben ve başkaları arasında bu ayrımı yapabiliyor olmak, sağlıklı ilişkiler için ön koşuldur: Manipülasyon önlenir, istismar ya da kötü muamele engellenir.

Peki ya çocuklar? Somut olan fiziksel sınırları öğrenebilmek erken çocukluktan itibaren en kolay olandır: “Bu beden sadece senin; sen istemediğin ve izin vermediğin sürece bu alana bir başkasının girmesi rahatsız edici ve güvenli değil” demek sözlü ifadenin en kolay yolu olabilir. Zor olan; bireyleşme sürecindeki çocuğun, ev içerisindeki kişisel sınırlarını oluşturması konusunda, anne-baba-kardeş-abla-ağabey olarak tüm ailenin destek vermesidir.

Giydin/giymedin, doydun/doymadın, üşüdün/üşümedin, uyudun/uyumadın şeklinde yapılan fiziksel müdahaleler, çocuğun kendi bedensel sınırlarını belirlemesine giden yolda en büyük risklerdir aslında... İstemediği halde ev içerisinde çocuğu gıdıklamak, öpmek, şaka yoluyla fiziksel olarak sıkıştırmak ya da fiziksel cezalara başvurmak kadar, çocuğun bu türden fiziksel davranışlarına aile ortamında göz yummak da çocukların fiziksel sınırlarını fark etmesi ve sınır koymayı öğrenmesine engel olur.

Fiziksel sınırların farkındalığı, duygusal sınırların anlamlandırması ve ifade yolu bulabilmesi için de önemlidir: Karşısındaki kişinin üzülmesine sebep olacak bir iletişim biçiminin de zarar verici olduğu, diğerlerinin ve kendinin duygusal ihtiyaçlarını fark etmenin kişisel ilişkileri sağlıklı yürütebilmek için de ihtiyaç olduğu fark edilir. Çocuğun ilişkiler içerisinde bir duruş belirleme becerisi kazanabilmesi, güçlü bir benliğin oluşması ve korunması için kıymetlidir.

Çocuğun duygusal ihtiyaçlarını görmeksizin, aile içerisinde, çocuğa yapılan her davranış; sınırda durmayı da, kendi kişisel sınırını belirlemeyi de zorlaştırır. Sınırları belirginleştirmede ilk ve en önemli adım; kabul edilebilir ve edilemez davranışların tanımlanması ve ev ortamında tutarlı biçimde yaşantıya geçirilmesidir. Ebeveyn tutarsızlığı; çocuğa “sınırlar önemsenmese de olur, dikkate alınmasa da sorun değil” mesajı verir.

Böylesi bir modelleme; dikkate alınmayacağı, önemsenmeyeceği inancıyla çocuğun da diğer bireyler için kendi sınırlarını belirlemesini zorlaştırır. Ev içerisindeki her yaşantı, ev dışına yansıyacağından, çocuğumuza göstereceğimiz model davranışlar kıymetlidir. Sağlıklı belirlenmiş sınırların varlığı; ev içindeki yaşantılar sırasında, evde yaşayan tüm bireylerin kendi duygu ve seçimlerini sahiplenmesi demektir. Örneğin yemek saatinde acıkmadığı için masaya oturmadığında bir sonraki yemek saati için beklemeyi göze almak; karşılıklı sınırların tanınmasıyla mümkündür. Çocuk, ebeveynin kendine özel bir yemek saati planlamayacağını bilmelidir (bu ebeveynin sınırıdır) ve hatta bu sınırı, açlığı deneyimleyerek öğrenebilir.

Çocuk yemek saatinde “hayır” demişse (bu çocuğun sınırıdır), ebeveyn de ısrar etmeyerek, açlık hissini yaşamasına izin vermelidir. Tutarlı yaşantılar sağlandığında, yemek saatindeki karmaşa zaman içinde biter; karşılıklı sınırlar saygı çerçevesinde kabul edilir. Çocuğun duygu ve seçimleri kabul edildikçe, bu seçimlere ilişkin ebeveyn de sınırlarda durabildikçe, bireyleşme desteklenmiş olur; çocuklar olumlu seçimler yapabilmeye başlarlar. Sosyal ortamda kişisel sınırlar suistimale açıktır; haklarımızın nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeden sınırlarımızı koruyamayız. Bu konuda çocuğa güçlü bir duruş kazandırmak, ev içerisindeki ilişkisel sınırlara sağlıklı odaklanmakla mümkün hale gelecektir.