AK Parti, iktidara geldiği 18 yıl önce “Adalet, hakça paylaşım, kalkınma, yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele” anlayışını benimsediğini yedi düvele ilan etmişti.

1999 Marmara Depremi ile yara alan Türkiye ekonomisi, ardından finans kriziyle çıkmaza girince Dünya Bankası Başkan Yardımcısı görevindeyken ekonomiden sorumlu bakan olarak DSP Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit tarafından ülkeye davet edilen Kemal Derviş, görevde kaldığı 17 ayda ekonomideki darboğazı hafifletti.

Ülke bu kadar zor koşullardayken Kemal Derviş’e hem ülke içinden hem de uluslararası finans kuruluşlarınca duyulan “güven”le Türkiye ekonomisi çalkantılı denizden güvenli limana yanaşmayı başardı.

Böylesine bir ortamda üçlü koalisyonun ortağı MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli’nin Uludağ’da yaptığı açıklamayla koalisyon bozuldu ve erken seçim kaçınılmaz oldu.

Erken seçimde ne DSP ne ANAP ne de MHP yüzde 10 seçim barajını aşabildi. 2002 yılı Meclis’i, AK Parti ve CHP’den oluştu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın yeşil ışığıyla gerçekleştirilen anayasa değişikliği de yasaklı Recep Tayyip Erdoğan’a Meclis’in kapısını araladı.

Buraya kadar yaptığım hatırlatma, 21. yüzyılın ilk yıllarında koalisyon hükümetine olan “güven”in erozyona uğraması, adeta ekonomiyi kurtaracak kişi olarak görülen Kemal Derviş’in uluslararası finans piyasalarındaki “güven”ine dayalı Türkiye’ye açılan krediler ve IMF ile imzalanan Stand-By anlaşmasıyla ülke ekonomisinin rahatlamasına bir işaretti.

AK Parti iktidara geldiğinde IMF programını harfiyen uyguladı, mali disiplini bozmadı. Dünya genelindeki para bolluğunun da etkisiyle 2010 yılına kadar Türkiye’de artan milli gelir ve sağladığı refah vatandaşa yansıdı. Yani küresel piyasaların ve halkın kredi açtığı AK Parti “güven” verince ekonomik kalkınma kaçınılmaz oldu.


Gelelim günümüze.

AK Parti iktidarında palazlanan Fetullah Gülen (FETÖ) yapılanmasının, 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminin de etkisiyle 10 yılı aşkın süredir egemen kılınan demokrasiden ödün veren, otoriter siyaset anlayışı aşama aşama Türkiye’yi büyük bir ekonomik kıskacın içine sürükledi.

Covid-19 pandemisi tüm dünya ülkelerinin ekonomilerini kuşkusuz daralttı ancak buna büyük dış borç ve kur baskısıyla yakalanan Türkiye’yi derinden sarstı.

Başta enflasyon ve işsizlik rakamları olmak üzere açıklanın istatistik bilgilere olan şüphe, adaletin yerini bulmayacağına olan endişelerin artması, verilen vaatlerin yerine getirilmemesi, otoriter bir siyasi anlayış, bunların tam tersi bir vaatle iktidara gelen AK Parti’ye olan “güven”i sarsmış görünüyor.

İhracat ve turizmden başka döviz geliri bulunmayan Türkiye, iktidarın demokrasiden uzaklaştığını hissettiren her adımında, baskılı kur rejiminin de etkisiyle yabancı yatırım alamaz oldu.

“Güven” duygusu sadece sosyal hayatın değil, ekonominin, siyasetin ve toplumun adeta harcı, dinamosu, yarınıdır…

“Güven” sarsılınca “ne Karadeniz’de hemen hemen her seçim öncesi bulunan petrol, doğalgaz rezervi ne döviz kurundaki yükselişin engellenebileceği ne de ekonominin eskisinden daha iyi durumda olduğu” söylemleri geniş kitlelerde karşılık buluyor.

Benden söylemesi…