Romantik olan insanlar üzerinde iyimser ve duygusal bir ruh hali oluşturan Eylül ayı, karamsar yapılı olanlarda ise hüzünlü bir dönemin başlangıcı olabilmektedir.

Yazar, şair ve sanatçıların bu duyguları daha da derinden hissetmelerinden olsa gerek, pek çok ünlü eser Eylül ayında yaratılmış ya da Eylül ayını konu almıştır. 

Ünlü şairimiz M. Akif Ersoy’un “Teselliden nasibim yok yine hazan ağlar baharımda” dizelerinde veya genç sevdalıların yaz tatillerinde teselli bulduğu “Eylül’de gel” şarkı sözlerinde olduğu gibi…

Zira, Eylül ile başlayan sonbaharın başka bir ifadesi olan ‘Hazan’ kelimesi, ses benzerliğinden olsa gerek, içimde ‘Hüznü’ çağrıştıran bir tını da oluştur, bende…

Bir yılda 12 ay olmasına rağmen, kız çocuklara en çok Eylül adı veriliyor, bunu ise Nisan takip ediyor. Pek duymadım ama nadiren de olsa diğer ayların adları da veriliyor olabilir. 

Bu isimlerin daha çok kız çocuklarına verilmesi ise bu aylarda insanların yaşadıkları duygusal naifliklerin onlara daha çok yakıştırılmasından olmalı… 

Bu yazıyı kaleme alırken anladım ki;  Eskişehir’de yaşanan Eylül ayı beni de etkisine almış… 

Eskişehir’de dedim, çünkü her kent coğrafyasına göre mevsimlerin etkilerini farklı farklı yaşar.

Bu nedenle, Orta-Anadolu stepleri üzerinde kurulmuş olan Eskişehir’de, kendine özgü telaşları ve muhabbetleri olan bir hava yaratır, Eylül ayı…

Eskişehir’in semt pazarları bile bir başka güzeldir, Eylül’de. Bu ayda insanlar hemen her tür sebze ve meyvenin lezzetini, çeşitli geleneksel yöntemlerden yararlanarak kış aylarına taşıyabilmenin çabası içerisindedirler. 

Ayrıca boğucu sıcaklar dışında yaz mevsiminin etkilerinin devam ettiği bu günlerde, tatlı bir okul telaşı da başlar.

Çocukluğumda yaz tatilinin bitiminin habercisi olan Eylül ayı, burnuma gelmeye başlayan silgi ve kalem kokuları ile bir burukluk hissi yaratırdı, içimde…

Şimdi çocukluğumda deyince, Eskişehir’de Eylül ayında yaşadığım bir anımı kısaca sizlerle paylaşmak geldi içimden... 

Giderek dijitalleşen dünyamızda, duvarlara asılarak her gün bir sayfası kopartılan ve arkasında faydalı bilgiler, maniler, bilmeceler ve fıkraların olduğu takvimler pek kullanılmıyor, artık… 

Oysa çocukluk yıllarımda, bu tür takvimlerin yapraklarını evde ilk koparan ve arkasını okuyan olmak için günlerin geçmesini sabırsızlıkla beklerdim.

Fakat, takvim yaprağını koparmak ve arkasındaki yazıları okumak için dedemin ve babamın neden benim kadar heyecan duymadıklarını, kendi kendime sormadan da edemezdim…

Ama yaş olarak yarım asrı devirince, günlerin hızla geçmesinin iyi bir şey olmadığını bende anladım… 

Sanırım ilkokulun son yıllarındaydım… Yine duvar takvimimizin üzerinde 31 Ağustos yazan yaprağı koparıp, dedeme “bu gün Bir Eylül diye seslendiğimde” bana “sen o sayfayı da kopar” dediğini bugün gibi hatırlıyorum…

Sonra dedeme “daha bugün bitmedi ki… Neden koparayım? Günleri şaşırırız” dedim…
“Yok canım, bir gün koparmadan beklersin olur biter. O zaman günler şaşırmazsın…”diye. cevap verdi… 
 
Dedemin bu tavrına bir anlam verememiş, şaşırıp kalmıştım. Israrı devam edince dedemin, takvim yaprağını kopardım. Ve takvim İki Eylül’ü gösterir olmuştu.

Sonra; “Bak torunum, Eskişehir düşman işgali altındayken az çok aklım erecek yaşlarda bir çocuktum, ben… O günlerde yaşananlara hem tanıklık ettim hem de büyüklerimden çokça işittim. İki Eylül, Eskişehir’in düşman işgalinden yani esaretten kurtulduğu gündür. Takvim yapraklarında günlerin sırası değişmese de, Eskişehirliler için İki Eylül yeni bir başlangıcın ilk günüdür” dedi…

Daha sonra o takvim yaprağını benden, bu tarihin kafamda yer etmesi için koparmamı istediğini ifade etti…

Şimdi ne tesadüftür ki; kampüsünün adı İki Eylül olan ve kentin adını taşıyan Eskişehir Teknik Üniversitesi’nde bir akademisyen olarak görev yapmak nasip oldu, bana…
 

Prof. Dr. Cengiz TÜRE
Eskişehir Teknik Üniversitesi